21.5.06

.......Ata yaşgünü olarak 19 Mayıs'ı sayarmış. O halde yaş günü kutlu olsun. Buyüzden bugün onunla ilgili bir hikaye anlatmak istiyorum. Gerçi bu hikaye daha çok onun tek eşi Latife Hanımı anlatır gibi ama bir kadın sayfasında Ata'mızı kadınca bir şekilde anıyoruz işte. (Bu yazımı İzmir Plus Dergisi için yazmıştım)

Uşakizade Köşkü’nde bir nikah
Mustafa Kemal’in “Latife”si....


1860 yılında mavi körfeze hakim ıssız İzmir tepelerinden birinde bir köşk kuruldu. Aradan tam 40 yıl geçti ve köşkün 2. nesil sakinleri kucaklarına ilk çocuklarını aldılar. Bebeğe “şaka” anlamına gelen Latife adını koydular.

Kendinden sonra doğacak 3ü erkek 5 çocuğa rağmen Latife, adı sonraları konakla özdeşleşecek tek çocuktu. Oysa o çocukların ne en güzeli ne de en heybetlisiydi. Latife’nin heybeti kalbinde saklıydı.Tutkulu, farklı ve ne istediğini bilen Latife aynı zamanda çok da şanslıydı. Şanslıydı çünkü karakterinin bütün bu özelliklerini sergilemesine izin veren bir ailenin, Uşakizade ailesinin içine doğmuştu. Cinsiyetine bakmadan tüm evlatlarını okutmak isteyen baba Muammer Bey kızını önce Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne gönderdi ardından da ona Avrupa kapılarını açtı.

Sorbonne Üniversitesinde Hukuk ve Siyasal eğitimi alan Latife’yi Fransız kadınlarından ayıran tek şey onun doğululara has koyu renk gözleri ve derin bakışları olsa gerek. O dönem yaşıtı binlerce Türk kadınının rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donanmış Latife çocukluğundan beri aldığı eğitimler ile Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rumca’yı konuşabildiği diller arasına kattı ve kendini geliştirmeye devam etti. O kendini geliştirirken geride bıraktığı vatanı, doğduğu şehir dahil düşman işgali altında kaynayan bir kazana döndü.

Latife Hukuk eğitimini tamamlamadı. Ama onun farklı bir gerekçesi vardı: “Ben inandım İzmir kurtulacak, Mustafa Kemal Paşa yakında ordularıyla İzmir’e girecek. Ben onların girişini görmek için gideceğim,” dedi babasına.

İşgal kuvvetlerince işbirliğine zorlanan bu yüzden İzmir’i terk edip Fransa’ya yerleşen babası ve ailesini geride bırakarak 1921 yılında İzmir’e döndü Latife. Bundan sonraki 1 yıl babaanne ve dadının eşlik ettiği, kendince sessiz ama beklenti dolu bir zaman dilimidir Latife için. Beklenti sadece şehrinin kurtuluşu için değil, şehrini kurtaracağını bildiği paşa’yı görmek adınadır da aslında...

Zaferle sonuçlanan Sakarya Meydan Savaşı’nın kumandanı Mustafa Kemal Paşa, zaferi haber veren bir Fransız gazetesinde çıkmış resminin İzmir’li bir genç kız’ın boynundaki madalyonda asılı olduğunu bilmiyordu elbet. Ama Kemal Paşa madalyonu görecek ve çok da etkilenecekti. Fakat hemen değil, zaferden bir yıl sonra, bir başka zaferde, İzmir’in kurtuluşunda...

Ordular İzmir’e girerken Türk askerlerinin üzerlerine, ayaklarının dibine kırmızı beyaz çiçekler yağdığı söylenir. Halk tarifsiz bir coşku içinde süvarilerin atlarına bile sarılmış sevinç gözyaşları sel olmuş.

Fakat Paşa güvenlik nedeni ile ordusundan 1 gün sonra, 10 Eylül 1922’de şehire girdi. Bu Kemal Paşa’nın İzmir’e 4. gelişiydi. İzmir için hareketli günler henüz bitmemişti. Paşa’nın gelişini takip eden 3. gün de Ermeni mahallelerinde baş gösteren daha sonra rüzgarın etkisi ile yayılıp şehrin alçakta kalan mahallelerinin neredeyse tümünü etkisi altına alan yangın İzmirlilerin zafer sevincine gölge düşürdü. Genç Latife ise telaşlıydı. “Paşa güvende mi?”

Artık 24 yaşındadır Latife ama Halide Edip Adıvar’ın dediği gibi yaşından çok olgun bir tavırdadır ve aslında çoktan beri “Latife Hanım”dır. Şehrin yangına uzak bir tepesindeki aile mülkü köşkün 1 yıldır hanımıdır o.

Latife Hanım başına bir eşarp sırtına da siyah bir manto geçirir. Hikayesini sonradan anlatanlardan kimilerine göre eşarbı karadır, kimilerine göre ise mor; köşke bügün bile bekçilik eden, köşkle yaşıt Erguvan ağacının çiçekleri gibi mor.

Kumandanlık Karargahından içeri emin adımlarla girer Latife Hanım; Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Salih (Bozok) direnç gösterse de az sonra Paşa ile aynı odadır. Onu şehri saran alevlerden uzakta, sakin bir tepede yer alan köşklerine davet eder. Bu şerefe nail olmak adına kendi kendine yemin ettiğini de ekler. Daha sonra Mustafa Kemal, Halide Edip Adıvar’a gözleri parlayarak şöyle diyecektir: “Halide, boynunda içinde resmim olan bir madalyon vardı.” Adıvar’ın dilinin ucuna kadar gelip de söyleyemediği, ama daha sonraları anılarında dile getirdiği düşüncesi ise kıskançlık izleri taşır: “Oysaki o günlerde hepimizin boynunda O’nun resmi vardı.”

14 Eylül Paşa’nın 4 ay kadar sonra damat olarak gireceği köşke ilk adım attığı gündür. O gün Mustafa Kemal Latife Hanım’a elini öptürmedi. Onunla balkonda yan yana oturup alevler içindeki İzmir’i seyrettiler...

“Ne işi var bu donanmanın limanda?” der paşa, Anlaşma Devletleri’nin topları şehre dönük 64 gemisini işaret ederek. “Siz İngilizce yazar mısınız?” diye sorar evsahibesine. Aldığı olumlu yanıtın üzerine:“24 saat içinde, İzmir limanından çıkıp gitmesi için filo komutanına bir ültimaton yazınız!” diye buyurur “Kurtuluşun” içinde bizzat görev almak için can atan Latife Hanım’a.

Paşa’nın arzu ettiği gibi 24 saat dolmadan düşman donanması çekilir körfezden, o ise kendisine “Paşam donanma çekiliyor” diyerek dikkatini denize yönlendirmeye çalışanları duymamış gibi, dönüp de bakmaz bile, konuşmasını sürdürür.

22 Eylül gecesi köşkün odalarından birinde Halide Edip’in kıyafetine çavuş rütbesini kendi elleri ile diken Latife Hanım, Paşa’nın nüktedan deyimiyle artık “Karargah Komutanı Hanım”dır.(TBMM ikinci Başkanı Ali Fuat Bey’in –Cebesoy- anıları) Ve hepsinden önemlisi kendisine eş olarak seçtiği kadındır.

Halide Edip anılarında şöyle yazar: ''Izmir'i bir baştan bir başa geçerken, Mustafa Kemal Paşa Latife Hanım'dan büyük bir saygı ile söz ediyordu. Bana ne denli iyi yetiştirilmiş olduğunu, kibarlığını, çok ıyi yol yordam bildiğini ve vatanseverliğinin, babasının uğradığı maddi kayıplara bile hiç önem vermeyecek düzeyde olduğunu anlattı. Duyduklarımdan, bu sert askerin artık bir ev düzeni kurmaya kararlı olduğu sonucuna vardım.

Körfezin mavi sularına bakan, çok güzel düzenlenmiş bir bahçeden geçtik. Verandaya çıkan basamaklar ve verandanın kendisi yemyeşil sarmaşıklarla kaplıydı; yaseminler, güller, hanımelleri çok hoş bir düzensizlikle iç içe geçmişlerdi. En üst basamakta duran sıyahlar giyinmiş, ufak tefek bir genç hanım bizi karşıladı. Yirmi dördünde ya var ya yoktu ama, sakin tavırları ve olgunluğu ile yaşından büyük gösteriyordu. Selamlaşma tarzındaki şekilcilik, eski Osmanlı dünyasının soyluluğuna ve büyüsüne sahipti. Saçlarını örten siyah eşarp, vücudu gibi biraz topluca olan yüzünün hatlarını daha bir belirgin kılmıştı. Sert, ince ve pek de sevgi ifade etmeyen dudakları inanılmaz gücünün ve iradesinin simgesi gibiydi ve güzel, ciddi bakışlı, pırıl pırıl parlayan gözlerinden zekâsı okunuyordu. Grimsi kahverengi gözlerinin kendisini daha da çekici kılan çok özel bir ışıkla yanıp tutuştuklarını bugün bile çok iyi anımsıyorum.

Mustafa Kemal Paşa birkaç dakikalığına yanımızdan ayrıldı ve sonra beyaz bir takım elbise giymiş olarak geri döndü. Renksiz bir ışıkla parlayan saçlarını geriye doğru fırçalamıştı, kıvırcık kaşları ise her zamanki gibi inatçıydı. Içki şişeleriyle dolu masanın yanında dururken, som mavi gözlerinin içten gelen bir hoşnutlukla pırıl pırıl parladıklarını farkettim. Latife kanepede benim yanımda oturdu ve gözlerini bir an bile ondan ayırmadı. Ona taptığı belliydi ve o da görünüşe göre Latife Hanım'a âşık olmuştu. Içimden, Paşa'nın zevkli olduğuna kanaat getirdim. ''

Eylül’ün 14’ünden 29’una 15 günlük bir süreç Mustafa Kemal’in evlilik kararı vermesine yeter. Ankara’ya dönüşte yakın çevresine hep Latife hanım’dan söz eder Paşa. Şimdiye kadar memleket meselelerinden başını kaldırmayan bir askerin tavrındaki heyecan annesinin gözünden kaçmaz, hastalığına ve doktorların yasaklamasına rağmen trenle İzmir’e doğru yola çıkar Zübeyde hanım.

Zübeyde Hanım oğlu ile Latife’nin aşkının filizlendiği Göztepe’deki köşkü hiç göremez. Hastalığı o kadar ağırdır ki Karşıyaka tren istasyonuna yakınlığı nedeni ile Karşıyaka Uşakizade Köşkü’ne getirlir ve hayatının son ayını burada gelin adayının bakımı altında geçirir.

Paşa İzmir’e 5. kez gelişinde karışık duygular içindedir. Annesini kaybedeli 2 hafta olmuştur. Eskişehir den İzmir’e yola çıkar. Tren Karşıyaka’ya vardığında yaverine Latife’nin babası Muammer Bey’I buldurur. Trenden inmeden ister Latife Hanım’I babasından. Annesine olan düşkünlüğü bilinen Paşa kimilerine göre bu acının getirdiği boşluğu zaten eğilimi olan bir başka kadınla izdivac yaparak doldurmak için böyle davranır.

Teklif karşısında 2 gün süre ister Latife Hanım. İki günün sonunda tam 2 yıl, 6 ay, 4 gün sürecek olan evliliğin töreni yapılır, sessiz sedasız.

29 Ocak 1923, saat 17:00. Eve gelen misafirler çay ziyaretine çağrılılar, nikahtan haberleri yok. Köşke girişte hemen solda kalan adı büyük kendisi küçük bir oda: Baş Oda her zamankinden biraz farklı görünüyor. Ortada bir masa çevresinde sandalyeler. Günlerden Pazartesi, nikah için geleneklerle sabit Perşembe değil. İçeri şehrin müftüsü giriyor, kıyılacak nikahta kadın da erkek de yan yana yer alacak. O zamanlarda bir dini nikah için görülmemiş bir düzen. Müftü boşanma halinde hanım’a ödenecek bedeli soruyor, Paşa kadına bedel biçilemeyeceğini anlatmak ister gibi cevaplıyor: “İki dirhem gümüş”. Nikah kıyılıyor, Paşa arkadaşı Yarbay Asım Bey’in kulağına eğiliyor “İnşallah zaman olur, nikahı vali bey kıyar.”...

Köşkün içine giriyorum...Anılara saygılı bir hayalet gibi sessizce dolaşıyorum. Yalnızca ayaklarımın altında gıcırdayan rabıtalar...Hissetmeye çalışıyorum 93 yıl öncesini. Onların gözüyle görmeye çalışıyorum Baş Oda’nın iki dar penceresinden görünen denizi. Peki onların gözü görmüş müydü İzmir’in mavi gözlerini. Odada bulunan herkesin, en çok da Latife’nin gözlerinin Paşa’nın gözlerinin mavisine takılıp kalmış olduğuna inanıyorum ben. Kruvaze lacivert elbisesi, astragan kalpağı ve hepsinden önemlisi gözlerindeki heyecan ile ışıl ışıl bir beyefendi, bir lider. Bir çok kadın değil gelinin yerinde olmak, o odada konuk olarak bulunmak için bile neler vermez...

O günden bugüne kalan çok az şey var ne yazık. Baş oda’nın bir avizesi ile şöminesi tanık o tarihi güne. Tam karşıdaki oda da ise duvardaki heybetli ayna, avize ve bir de fincanlar: Paşa’nın kullandığı kahve fincanları...İşte fincanlardan gözlerimi alamıyorum. Daha dün kullanılmış gibiler, zamana direnmiş beklemedeler. Kimilerinin “damat girdi köşkü” dediği köşk sessiz, tıpkı ayrılırlarken Paşa’nın Latife’den söz aldığı gibi “Asker sözü ver Latife, özel hayatımızı kimseye anlatmayacaksın!” ... Köşk bana bir şey anlatmıyor, benim anlamamı bekliyor.

Hangi ilişki kalpte yara bırakmadan biter. Latife ile Paşa’nın ayrılığı da sancılı olmuş. Ayrılık nedenleri o dönem tanıklarınca iki kuvvetli kişiliğin çatışması olarak da yorumlanıyor, tutkulu Latife Hanım’ın Mustafa Kemal gibi bir güçlü kişiliği kontrolü altına alma arzusuna da dayandırılıyor. Arkadaşlarının yanında iken “Kemal, sen hala içki mi içiyorsun!” diye sesini yükselttiği, emrindeki askerlerle şakalaşmalarına verdiği tepkiler, Paşa’nın halkına ve çevresindekilere karşı yaşamayı tercih ettiği samimiyete rağmen Latife Hanım’ın seremoniler silsilesi ile boğucu bir ortam yarattığı hep yazılanlar çizilenler arasında. Ancak bütün bunlar çözülen bir evliliğin ardından yakınlara gönderilen mektuplarda dile gelen pişmanlıkların gölgesinde etkisini yitiriyor...

Manevi babası saydığı Salih Bozok’a şöyle yazıyor bir mektubunda Latife Hanım “"... Salih Bey, bundan üç sene önce bana karşı babalık görevini yerine getireceğini babama vaad etmiştin... Öksüzüm, kimsem yok. Onun için ikinci babalık görevini yüklenen ve sözünün eri olan Salih Bey'e yazıyorum. Git, Paşa ile görüş. Ben kocamdan eminim. Çünkü kadirşinastır. Yüksek ruhludur. İnsandır. Aramızdaki gerginliğe bir son vermesini, güzel bir geçmişin vereceği kuvvetle rica et... Bir haftadır, uykusuz, gıdasız, idama mahkumum. Nedeni, çocukluk. Oysa çocuklar, bu ağır cezadan muaftır..."

Bir peri masalı gibi bitsin istiyor insan bu hikaye. Ama gerçek öyle değil. Paşa kararından dönmüyor. İki buçuk yıl şehir şehir yanında dolaştırdığı, sadece bir eş değil kendisine yoldaş, bir dost gibi gördüğünü zaman zaman Latife değil “Latif” diye seslenerek belirttiği eşini affetmiyor Ata bir türlü.

"Eşini mutlu edebilecek herkes evlenmelidir. Çoluk çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayın. Bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki, bu iş benim başaracağım bir iş değildir." Diyor Ata bir gün bir arkadaşına.

Latife Hanım’ın hayatına girişi ile 5 kere daha geldiği İzmir’de topu topu 91 gün kalıyor Mustafa Kemal Paşa bu köşk’te. Ama anılar yaşayanı rahat bırakmıyor. 5 Ağustos 1925’te sona eren bu evliliğin ardından 1975 yılında hayata gözlerini yumuncaya kadar İstanbul’da, çok sevdiği Paşa’sının fotoğrafları ile dolu bir köşkte geçirdi hayatını Latife Uşakizade. Verdiği asker sözünü ise hep tuttu. Özel hayatlarını kimseye anlatmadı. Evliliği ise uzun hayatının içinde küçük ama unutulmaz bir şaka gibi kaldı…




*Uşakizade Latife Hanım Köşkü bugün İzmir Özel Türk Lisesi sınırları içinde kalmıştır. Özenli bir restorasyondan geçirilen köşk, müze olarak halkın ziyaretine açıktır.

Not:Fotografta Mustafa Kemal, Uşakizade ailesi ile görülmekte. Latife Hanım en sağda, duvar dibinde duruyor.Posted by Picasa

3 comments:

Zeynep B. said...

ne güzel bir fikir böyle bir haftasonu bu yazıyı paylaşmak !
Yıllarca okuduğum, merdivenlerinden az çıkıp inmediğim köşküde görmek ayrı keyifti...
eline sağlık

Binnur A. Ö. said...

Demek bu kadar yakınmışız.
ÖZel Türk bir sokak ötemizdeydi. HEr ne kadar benim okulum olmasa da ben de az girmedim bahçesine sizin okulun...

Bu yazıyı yazmak için seneler sonra köşkü gezmeye gittiğimde bu kez Ata'nın gözüyle bakmaya çalıştım, daha çok heyecan duydum. Onların yerine koymaya çalıştım kendimi, ve böylece bu çok sevdiğim yazım ortaya çıktı.

daimamutfak said...

Sevgili Binnur,
Yazınızı bir çırpıda okudum.Duyduklarım, okuduklarımla çok örtüşüyordu.
Latife de Atatürk'te kendi çizgilerinde haklılar.
Atatürk'ün devrimleri Latife hanıma sorarak,onunla tartışarak yaptığı söylenir.Ne kadar doğru bilinmez ama kadınların hele latifenin yapısına bakınca bunun doğruluğu kaçınılmaz benim için.
Ben bu yönden çok önemsiyorum Latife hanımı.
Atatürk ün annesi sayın Zübeyde hanımın Bozok'a söylediği bir cümle var
oda şu
"Latife Mustafa Kemali seviyor,Kemali değil."BU ÇÜMLE BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİR.Latifeyi okurken acabalarla okudum...
Mutlaka Anne gözü ile bakmak başka bir şey.Bende bir anneyim.Eleştirmiyorum ama Zübeyde hanımın bu cümlesi beni çok derinden etkilemiştir.
Latife hanımın Atatürkün yaptıklarında çok etkilendiğini, atatürkün bu inanılmaz yaşamının etkisi altında kaldığını da düşünmeden edemiyorum.
Tabi çok güçlü bir kadın.İki güçlü kişilik çatışmış.
Yazılanlardan anlaşılan bu.
Latife kadın olarak sonradan pişmanlık duymuş.Ama Atatürk'ün her konudaki kararlılığı buradada kendini gösteriyor.Karar aldımı dönmüyor..
Atatürk'ün evliliğini tartışmaktan çok,Türk milleti,vatanı için yaptıkları herşeye değer diyorum.Sayğıyla anıyorum.Nur içinde ikiside yatsınlar..