26.7.10

Kitap İçin...



Bana sorarsanız insan kitap fuarlarına ne(ler) alacağına dair bir fikri olmadan gitmemeli. Böylesi bir gidiş içerikten bağımsız allı-pullu, tasarım harikası ya da skandalı kitap kapaklarının sizi çekmesi ya da itmesi ile fırsatı heba etmek anlamına gelebilir.

Nasıl ki güzel bir yüz güzel bir ruhun ya da estetik kurallarına uymayan hatlar da kötü bir kalbin garantisi değilse kitap kapakları da hiç ama hiç bir şeyin göstergesi değildir.

Benim için fuar indirim demektir.

"Secret"cıların takdir etmeyeceği bir kötümserlikle bir insanın kültür seviyesi ne kadar yüksekse para seviyesi de o kadar düşüktür gibilerde ters orantıya sahip bir fikrim var. Bu durumda beni yer yer çok kültürlü sayarak onurlandıran arkadaşlarıma üzülerek bldirmeliyim ki kültür seviyem ortalama. Bu sonuca ortalama sayılabilecek gelir düzeyime bakarak varıyorum. Ve elbet okudukça, daha çok okudukça ve bilmedğim ne kadar çok şey olduğunu gördükçe de...

Nerde kalmıştık?

Benim için fuar indirim demektir...

Ve ben orta gelirli bir insan olduğuma göre fuarlar öyle elini kolunu sallayarak gidilecek yerler olmadığı gibi, kitaplar da janjanlı kapak tasarımlarına ya da mükemmel pazarlama politikalarına göre seçilecek şeyler değildir.

Öyle ya o fuardan içeri adım attığım anda cebimdeki parayı suda kan kokusu almış köpekbalıkları gibi sezip avlamaya çalışacak olan değersiz (ne yazık ki kitabın da değersizi var) onlarca kitap beklemektedir beni.

İşte bu yüzden elimde bir liste ile giderim ben fuarlara. BU liste aylar boyunca kurcalanmış internet kitapçıları menşeeilidir genellikle. Zaman zamansa okuduğum kitaplarda yazarların bahsettiği kitapları not ederim.

Bu yıl "Nitelikli okurluğun da yazarlık gibi nitelik işi olduğuna inanırım," diyen Selçuk Altun'un önerilerini de dikkate alacağa benzerim.
Kendisi bir çok başka vasfının yanısıra Cumhuriyet Kitap Eki'nde yazarlık yapmaktadır. Bu ekte çıkan yazılarından derleme niteliğindeki "Kitap İçin" adlı kitabı bu sene fuara giderken hedeflediğim kitaplardan biriydi.

Kitabının tümünü satır satır sevdim mi? Hayır. Ama aralarda önemseyeceğim öneriler ve alıntılar buldum. Bir de romanlarını okuma isteğine sahip oldum.

Ve sizinle kitaptan aldığım notları, alıntıları bu hafta boyunca ara ara paylaşmaya karar verdim.

Öncelikle kitap - yazar önerilerinden bir kaçı:
• İmre Kertesz
• Antonio Tabucchi
• Kazuo İshiguro'dan Never let me go (YKY cevirtiyormus)
• Isaac B. Singer
• Oğuz Demiralp
• Gonca Özmen
• Thomas Bernhard
• Ayfer Tunç Ömür diyorlar buna
• Sputnik Sweetheart -Murakami
• Sınırın Güneyinde güneşin Batısında- Murakami
• Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor
• İhsan Oktay Anar -Suskunlar

Elbette daha nicesi var ama ben bugün için bir kaç isim seçtim. Yarın devam...

23.7.10

madene geri dönüş- işte ben buyum!


İnsanlar sadece yaşamakla yetinemezler. Kendini ifade etmek isterler bir de.
Sonsuzluğun ortasında, dünya denen bir minik noktanın üzerinde, ellerinde kendilerini temsil eden bir bayrak (sopasından sıkı sıkı tutulmuş ve inatla yere çakılmış bir şekilde)

-işte ben buyum!
derler, der gibidirler hep.

Gece olunca yatıp sabah olunca kalkan, karnı acıkınca yiyip susadıkça içen, kovuğuna düzenli olarak palamut taneleri götürüp barındığı ortamı otlar- samanlarla yuva haline getiren, yavrularına kol kanat geren bir sincaptan ne farkım var diye düşündüğümde cevaplar suraya diziliyor.

Ama içlerinden bir tanesi sisler içinde kalan diğerlerine göre çok daha net: Üretmek!
Beni dünyaya anlatan bayrağı yere saplayıp , üretmek
ve
şöyle demek:
-işte ben buyum!

Ve ben var olduğum için dünyaya şunlar şunlar ekleniyor.
Ardımda şunları şunları bırakabilirim.
Ben öylesine gelip öylesine gitmiş olmayacağım. Ne kadar minik de olsa hayat denizine attığım taş, yine de daireler yaratacağım, etkisi en yakınımdakilere daha çok, uzaktakilere daha az, ve en uzaktakilere belli belirsiz ulaşan.

Not:Çok uzun zamandır yazmıyorum. Çünkü çok farklı şeylerde kayboldum nicedir. Ve yazabilirliğin de benimle beraber kaybolup gittiğini sandım. Oysaki insanın eğilimleri dünyanın gönlündeki madenler gibiymiş. Sen onlara dokunsan da dokunmasan da onlar hep aynı yerde seni beklemekteymiş.

tekilken çoğul....


Bazıları, yer yüzünde yürürken yerin üstünde gidiyormuş gibi hissetmeyi severler. Çünkü yerin çekim gücü tahmin edilenden de yüksektir; ama bedenlere değil, sadece ruhlara.
Bir beden içinde bir ruh taşımak ne kadar ağır bir yüktür bilir misin?

Belki de bu yüzden kedilerin, köpeklerin bir ruhunun olmadığına, ruhun eninde sonunda gideceği (biri lanetli diğeri kutsanmış) bir mekan varsa, bu mekanın hayvanlardan öte hayvanlardan bağımsız olduğuna inanırım. Yok değilse nasıl yemek yerken sadece yemek yiyor, yatıyorken yatıyor, bakıyorken bakıyor olurdu kediler köpekler?

Ben hiç böyle olamadım. Ben hiç ama hiç yaşadığım neyse onu yaşayamadım. Çünkü ben bedenimden gayrı bir başka bir şeye daha sahiptim; bir ruha!

İçine girdiği beden ne halde olursa olsun ruh ondan bağımsız, ruh kendi iradesine göre bir orada bir burada. Ben hiçbir zaman tekil olamadım. Ben hep iki kişiydim, biri burada diğeri bilmem, kimbilir nerede?