2.11.10

Nerde başlar?

Kokular adlı "tütsülenmiş" mini yazımdan sonra bir dost ses sordu:
"Tüyap'ı neden bu kadar kısa anlattın?"

Orası "Anlat Anne" olduğu için olabilir mi acaba diye cevapladım.

Sanki Anlat Anne kendimden bahsetmemin yasak olduğu bir yermiş gibi, sanki Anlat Anne'yi kurarken aklımdaki tek düşünce gelecekte bir gün kızım beni buradan daha iyi, daha derinden tanısın değilmiş gibi...

çok seneler evvel ben Anlat Anne'yi kurdum

çünkü günlük yaşam hay huyu içinde bizi biz yapan şeyler geri planda kaldığı için,

çünkü "biz okyanusu"nun en derinlerinde yüzen balıklar fark edilme şansı bulamadan hayat geçip gittiği için

çünkü dakikalara bölünerek pare pare satılan gün içinde sürekli bir koşturmaca içinde olduğumuz ve koşturururken kendimiz gibi olamadığımız için

ve çünkü kim olduğumuzu ve şu fanmi dünyada neler yaşadığımızı zamanla kendimizin bile unuttuğu - unutması gereken bir beyin yapısına sahp olduğumuz için

çünkü, çünkü, çünkü

söz uçar yazı kalır sözüne inandığım için.....

Öyleyse not düşmeli.

İkinci kitabım için ikinci kez standın öte tarafında duruyorum Tüyap kitap fuarında.
Önümden migrenimi tetikleyecek hızda ve renkte insan grupları- tekilleri akıyor. Önüm arkam sağım solum çok değerli yazarlarla kaplı. Sıfat kısmını kendim belirleyemem ama yazarlık kısmını artık kendime yakıştırmanın vakti gelmiş gibi. Mütevazilik? Evet o asla hiçbir yere gitmedi. O hep benle ancak insanlar artık kızıyor bana. "Ne zaman ?" diyorlar, ne zaman kendini bir yazar sayacaksın?

Oysa uzun zamandır kendime sordugum bir soru var benim.
"Yazarlık nerde başlar?"

Herşey gibi o da göreceli.

Belkide kendim için bu tanımlamayı kulanmak adına yayınevlerinden öte birilerinin, birşeylerin onayını beklemekteyim.

İstanbul kalabalık,
Tüyap sanki İstanbul'dan da kalabalık.
Gece vakti eve dönüyoruz gözümüzün içine içine işleyen binbir ışık.
Kapıya anaahtarı sokuyorum.
Yanı başımda kapının açılmasını bekleyen minik bir beden.

Soruyor bana
"Anne nasıl yazar olunur?"
"Çok okuyarak ve çok yazarak kızım!"

Büyüyünce ben de senin gibi yazar olmak istiyorum cümlesi narin ses tellerini titreştirip havaya fırlıyor, sonra orada bir ömür boyu silinmeyecek şekilde kala kalıyor.

Düşünüyorum, galiba ben artık bir yazar oldum ....

kokular....

Ellerim balık kokuyor.
Bir annenin ellerinin haftanın belirli günleri kokması gerektiği gibi.

Ne imza günleri, ne kitap fuarları beni durduramaz. Ellerim balık kokmak zorunda. Ve dahi kereviz (ki corbaların içine çaktırılmadan eklenmiş) ve sonra saçlarım, saçlarım da sülfür kokmalı benim; en vitaminlisinden yeşil mi yeşil brokoli, "kirli" beyaz mı beyaz karnabahar kökenli.

Ve haşlanmışından nefret edilen havuçlar küçültülüp sinsice girmeli bir yemeğin içine. Ve elbette bir zamanlar otlaklarda işe yarayan bir inek dili "dil değil kızım o, diyll, diyylll onun adı, baban yanlış söyledi" diye yedirilmeli.

Ve defalarca yıkanan ellerim balık kokusunu def etmemeli, içselleştirmeli. Pamuk gibi bir yanağın kokusu burnuma sinmeli. Annelik dedigin şey kokulardan oluşmuş bir taç olup başıma konmalı....