24.2.09

Ekşi Gerçekler....



Bir zamanlar "mahlas" kavramı bana tersti.


Bir insan "bunu yazan benim. Ve ben buyum!" demiyorsa neden yazar ki, diye düşünürdüm.


İşte o zamanlarda yazan kişinin beyin döküntüleriyle gururlanması, onlar sayesinde üç beş faniye daha adını belletmesi gelgeç dünyaya bir kaç çapa daha atıp kalıcı olma çabasıyla eş değerdi benim için.


Oysaki o çapalar Gulliver'i saçlarından ve giysilerinden yere bağlayan (ya da bağlamaya çalışan) cücelerin ellerindeki dikiş ipliklerinden başka bir şey değil. Küçük bir silkinişle tüm iplikler sökülebilir, Gulliver ayağa kalkıp hayata olduğu yerden devam edebilir.


Bu benzetmeler zincirinde dünya ve zaman elbette Gulliver'dir... Üç beş kelam ile dünyaya kazık çakmaya niyetlenen siz ise birer cücesiniz. Ve zannettiğinizden daha da miniksiniz.




Çünkü bir gün bir yerlerde okudunuz, "yazdığınız yazıyı okuyup beğenen kaç kişi adınızı hatırlıyor olabilir?" Ve sonra elinizi şakağınıza koyup düşündünüz"Zaten hatırlasalar ne yazar!"




Ve işte şimdi, dostlarımın bile bilmediği bir "mahlasla" sözlüklerin en ekşisinde yazmaya başladım. Aldığım tadı anlatamam. Bu bir nevi "iyilik yap denize at," projesi benim için. Böylesi daha anlamlı olacak. Çıkar yok, ölümsüzlük arzusu yok, farklılaşma açgözlülüğü yok. Orada neysem oyum. Yani ne yapsa da ölümsüz olamayacığını bilen sıradanbir fani.


Olmayacak dualara amin demek var ya, o işte orada yok hani....

5.2.09

Kendim İçin Yazdım...

Dünya, güneşin çevresinde bundan yaklaşık 20 kez daha az döndüğünde, yani ben 18 yaşındayken bana sordular;
Yaşlanmaktan korkuyor musun?
"Korkmuyorum," dedim.
"Çünkü ben yaşlandıkça yüzüme oturan çizgiler, seneler içinde beni ben yapan çizgiler olacak. Onları niye sevmeyeyim ki?"

İyi hatırlayamıyorum, bunları bir kez daha anlatmış olabilirim. Nasıl ki bir erkeğin en önemli bedensel gururu erkekliğiyse, bir kadının da en önemli bedensel gururu güzelliğidir. BU yüzden bir kadın, tıpkı dünyanın aşkla veya saplantıyla (tanımlamayı siz seçin) güneşin çevresinde fır dönmesi gibi güzelliğe ve güzelliğine dair konular etrafında dönüp durur. Ve işte (bir) kadın eğer ki diliyle ya da kalemiyle kendini ifade etme yolunu seçmişse, sözkonusu saplantısına dair tekrarlar yapar, aynı noktaya döner. Cinsiyetinin ona yüklediği taşıması zor rol adına mazur görülmesi gerekir.


Ve sonra seneler geçer...
Banyoların güvenli ortamlarında, dolaylı ışıklarla koruma altına alınmış aynadaki akisler, zamanın yüzünüzde oluşturduğu erozyonu veya korozyonu kolay örtbas eder.
Klavye tıkırtılarının sahibi burada bir parantez açmak ister:
(Bir üst cümlede bir yanlış var mı? Yok aslında. Topraktan geldik, toprağa gidiyoruz diyen kültürler için "erozyon" ve "insan yüzü" kelimesi bir cümle içinde çok abes kaçmamalı.
VE esas anlamı metalin paslanması, oksitlenmesi olan korozyon kelimesi de söz konusu olan bir surat ise anlamsız olmamalı. Biliriz ki yaşlanmak demek hücrelerin okside olması, yavaş yavaş yanıp ölmesi demek. Ve ölüp ölüp çarşaflarınıza mayt yemi olarak dökülmesi elbette. Ve yaşlanmak demek yaşarken yavaş yavaş ölmek demektir.)

Tıkırtıların sahibi konuya geri döner:
Aynalar, yüzüne gülmek veya konuşmak zorunda olmadığınız arkadaşlarınızdır bilirsiniz. Bunun aksi tuhaftır. Kendinize ait kafanızda bir resim varsa, o da yüzünüzün en donuk halini yansıtır. Bu donukluk koruyucudur çok. Ne gülüşün, ne de sinirlenişin yüzünüze verdiği garip kasılmaları gösteremez aynalar size... Merak edip de ayna önünde şekilden şekile girmediğiniz sürece.
Ve böylece dünya güneş çevresindeki bitmez dansına bir kaç tur daha ekler. Aynadaki donuk surat hep aynı kalır. Nasılsa derinizin de yerçekimine karşı belli bir direnme gücü vardır. Seneler seneler boyu donuk ifade bir bulldog köpeğini çağrıştırmaz size. Yaşlılık yüzünüzde saman altından su yürütür, gülmediğiniz sürece görünmez. Ama gün gelir gülüverirsiniz işte ayna önünde. O zaman yaşlılık da gülüverir. Gözaltlarında sizden habersiz oluşmuş tüm ince çizgiler gözler önüne seriliverir. Aslında bilmezsiniz ki sizden başka tüm gözler o çizgileri hergün görmekte, tek görmeyen sizinkilerdi. Zaten ne demişlerdi, göz kendinden başka herşeyi görür!
Avuntu hazır; tüm çizgiler beni ben yapan çizgilerdir.


BU durumda göz altındakiler atılmış tüm gülücükler ve kahkahaların imzası olmalarından dolayı affedilir, peki ama iki kaşımın ortasındaki derin çukur da nedir?

Seni sen yapan tüm anlar içinde bu kadar çok çatık kaş zamanı olduğunu bilmiyordun...
Ve tüm bunları aslında güzelliğin peşinde olduğun için değil, hayatın peşinde olduğun için yazdın. Ölmeden de tedavülden kalkılabilinir bildiğin için, ve bir de fotoğraftaki yaşlı adamın suratında gördüğün hayat özeti hüzün olduğu için.
Not: İlham veren Foto, değerli fotoğraf üstadı Yusuf Tuvi'den.

3.2.09

Anneannenizin evlenmeden önceki soyadının 3. ve 5. harfi lütfen...

Fütüristler şanslı adamlar. Geleceği tahmin etmek zevkli bir oyun. Zevkten öte, kısa vadede olmasa da uzun vadede adamı zengin bile eder. Zaten kısa vadede işe yarıyor olsaydı sözkonusu şahısların adı fütürist değil "presentist" olurdu ki bu ikinciler şimdiki zamanda da zengin olmaya devam etmektedirler (bakınız tv şovları sunucuları- alakalı olarak present kelimesi = sunmak vs vs vs)...
E peki bir fütürist nasıl olur da gelecekte zengin olur?


Şöyle :

Bir kaç istisna hariç anaları evde oturan bir nesiliz biz. İşte bu analar, nüfüs kağıtları çekmecede 20 yıl kadar bekledikten sonra yepyeni bir soyadla beraber yenilenen kadınlar.

O dönemlerde babanın soyadından vakit çok geç olmadan kurtulmak ve "yepisyeni" bir soyadla " yepisyeni " bir statüye bayrak açmak modaymış zahir.

Bizden bir üst nesil olup da babalarının soyadlarını bizler gibi sağda solda fanatik bayrağı açar gibi sergileyen birini tanımıyorum. Sormasak söylemiyorlar bile. Sanki o soyad unutmak istedikleri günlerden kalma yakmak istedikleri bir fotoğraf misali, paçalarından düşeli çok olmuş, geçmişe karışmış- mazi olmuş- kül olmuş.

Neyseki paralar artık havada sanal bir şekilde uçuşup duruyorlar da annelerimizin pabucu dama atılmış baba soyadları ortalığa çıktı. O da sizinle bankacı arasında, yine bir sır gibi, yine saklanılası, gizli evraklar arasına gömülesi bir şekilde.

Oysa şimdilerin kadıncıklarının çocuklarına gizli soru bulmak bu kadar kolay olmayacak bankacılar için. Yanılıp da hala aynı uygulamayı sürdürürlerse eğer diyalog aşağıdaki gibi gelişecek.


BANKA HELP DESK GÖREVLİSİ- Annenizin evlenmeden önceki soyadının üçüncü ve beşinci harfi lütfen.

MÜŞTERİ: Facebook kullanıcılarına sorun, onlar en az benim kadar iyi biliyorlar.

Bizler annelerimize nazaran geç evlendik. BU zaman zarfında az buçuk kariyer ve onun mütemmim cüzzü olarak çevre edindik. Facebook'da bulunmak isteriz, bloglarda bilinmek isteriz, blogların doğal uzantısı kitap yazma davranışı ile raflara yerleşmek isteriz, raflarda yer aldığımızda eski dostlar için "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa" değil , ha bu bizim ....... olmak isteriz. Eh bu durumda baba soyadları fora.

Bu durumdan fütürsitler nasıl mı faydalanacaklar? Eh aşikar değil mi a canlar? Topla bu nesilin baba soyadlarını, elbet gelecekte işine yarayacaklar.

Bu duruma alternatif bir çözüm yolu bulup fütüristlerin ocağına ot tıkamak gerekirse eğer, sonraki nesile anneannelerinin evlilik öncesi soyadlarını sormalarıdır önerim.

Bu sayede kadıncıklar torunlarının kendileri ile ilgilendiği zannına bile kapılabilirler. Bir taşla iki kuş....

Okuyan Maymun


İş işten geçtikten sonra hangi mesleğin bana daha uygun olduğuna dair bir yığın fikrim oldu.
İş işten geçme tarihi ile ilgili kesin bir belirleme yapmam istenirse cevabım çok seçenekli olacaktır.


Seçeneklerden biri 1987 yılının sıcak bir Haziran gününü gösterir ki işte tam o günde salon masamızın üzerine üniversite tercih formu ile beraber yayılmış, geleceğimi belirleyen noktalamalar yapan bir insan gerginliğinde değil de günlük bulmaca çözen bir emeklinin kayıtsızlığındaydım.


Neyseki sonuç iyiydi. Haspel kader birinci tercihe koyduğum fakülte ne sen sor ne ben söyleyeyim formunda değil aksine hayalperestlerin popülerler arasına soktuğu bir yerdi. Hayalperestlik konusunu özetle açalım: Çağan Irmak'la aynı okuldan mezunuz, ama gel gör ki bu okula (3 alt bölümü dahil) her sene 150 civarı insan giriyor. Lakin 15-20 senede bir, bir adet Çağan çıkıyor.


İş işten geçme tarihleri belirlemesine geri dönersek, 87 Haziran'ından sonra seçeneklerin hızla çoğalmakta olduğunu görürüz. Bu seçenek çeşitliliği, tavan arasında entropik yıkımın neticelenmesini bekleyen onlarca kitabımda da görülebilir. BU kitaplar size "yönetmen" olmayı isteyen genç bir kızı anlatırlar, ve sonra lafı uzatmadan maddelersek eğer "senarist", " "fotoğraf sanatçısı", "reklamcı", "gazeteci", "televizyoncu", "yazar", "sosyolog", "antropolog", "psikolog", "filolog", "astrolog", "log" oğlu "log"....


ŞÜkür ki son 15 senede bunlardan bir kaçını olmuşum. Elbette olabildiklerimin arasında bir tanesi bile "log" ile bitmiyor. Çünkü ayıptır söylemesi poponuza bir de log takmak için 4 sene oturup bir okul bitirmek gerekiyor -astrologlar hariç.
Netice?
Şu an öğretmenim. Neyseki küçük insanları ve öğretmeyi sevmem nedeniyle hayalimde olmayan bir iş yapıyor olmak beni ezmiyor. Fakat bu durum bana sıklıkla "nerdeeeeen nereye ?" dedirtiyor.

Bilmem irdelemeye ihtiyacımız var mı? Herkesin işi gücü var, uzun okumalar yapacak adam ara ki bulasın. Özetle bu duruma her ne kadar seyretmesem de eş dost sagolsun seyretmeden anladığım bir film ile örnek vermek istiyorum. Benimki bir nevi "Issız Adam" sendromu.
Hayat kısa, o halde zevk alınacak bir sürü iş kolu var. Yumul....

Sonuç olarak elimde olan tam bana göre olan mıdır? Bilmem, bunu öğrencilerime sormak lazım.
Peki maymun iştahlılıkta sınır var mıdır? Profesyonel anlamda olmasa da amatör anlamda sınır yoktur, tüm internet elimin altındadır ve arşivde illustratorluk, vektörsanatı, vs vs bir yıgın döküman huzurunuzdaki maymunun iştahını kabartmaktadır....

2.2.09

Derin konu...



Oturduğum yerden kitapcı geziyorum. Böylesi bir turda belki mürekkepin ve kağıdın birleşimine has o muhteşem kokudan yoksunum ama eteğimden çekiştiren bir çocuk ile peşimden yarı kuşkulu ifade ile dolaşan görevli geriliminden de uzağım.
Bu bir sanal kitapçı. Bu kitapçı sizin gibi bir kararsızın tüm sorularını hiç bıkıp usanmadan cevaplıyor. "Acaba fazla mı rahatsızlık verdim," hissine kapılmadan kendinizi bir Alan de Botton kitaplarının olduğu (sanal) rafa atıyorsunuz, bir "ölmeden önce okunması şartlar" listesinin klasikleri arasına dalıyorsunuz. Sonra ünlü yazarlar size neyi önermiş kitapçı nerden bilecek, oysa sanal kitapçı gerçek bir müneccim. Merak ettiklerinizi tamamen önünüze seriyor. Merak ettikleriniz arasında size eş dost çevresinde "tüm eserlerini okudum," diyerek böbürlenme imkanı sağlayacak olan bir yazarın son eserinin ne olduğu, o eseri satın alanların başkaca hangi kitapları almış olduğu, herhangi bir eserin başka yayınevlerince yayınlanmış verisyonlarının bulunup bulunmadığı, varsa hangisinin daha uygun fiyatlı olduğu gibi maddeler olabilir. Özgürsünüz.
Üstelik bir kitabı almak istediğinizde öncelikle arkasını çevirip fiyatını inceliyorsunuz diye kınayan gözlerle incelendiğinize dair bir paranoyaya da sahip olmayacaksınız. Sahi ya, bir kitapçıda beni en çok sıkan şey budur. Raftan bir kitap çekip arkasına bakmak mübahtır da, özel bir istek yaparak karışık raflar arasından getirttiğiniz kitabın arkasına bakmak her nedense biraaz ayıp gelir bana.
Belli ki kitapçıya o kitabın hayali ile gelmişssiniz. Biri size önermiş ve içinizdeki okuma ateşini körüklemiş. Yazan ya da içerik kapağın arkasındaki mendebur etikete basılmış rakamların niceliğine göre feda edilebilir olmamalı. Bu çok alçaltıcı.
Bu gibi durumlarda (eğer korktuğum başıma gelmiş ve kitabın ederi kitabın içeriğine baskın gelmişse) çok büyük bir utançla kitabı yerine geri koyarım. Ben değil sistem utansın derim sonra kendime.
Söylemesi ayıp 2 üniversite bitirdim. Yabancı diller falan, daha fazla konuşmayayım ego şişmesi yaşıyorum sanacaksınız. ÜZerine bir de şahsen internette bir çok sayfada adım "yazar" sıfatıyla birarada anılıyor. Fakat gel gör ki kitap almak zaman zaman beni aşıyor. Bu durumda asgari ücretle 4 kişilik aile geçindirmeye çalışan emektarları düşünmeden edemiyorum. Pazar tamam, tarlaların ürünlerini herkes yiyor da kültür ürünlerini tüketmek her baba yiğidin harcı değil gibi. Sanal kütüphane mevzuu derin, ama kısa yazma kararım var. O halde arkası yarın diyelim.