24.5.06


.......1-2 yıl evvelki deyişle laptop, şimdiki jargon ile notebook, adı her ne olursa olsun ondan yok işte bizde.

BU demektir ki bilgisayarımız “ kadı oturtmuş” kadar sabit, daha da kötüsü evin “jeopolitik açıdan en kritik :) noktasında, sıcağın fırın kıvamında olduğu ve klimanın o noktayı kör nokta bellediği bir yerde konuşlanmış durumda.

Cephesi tüm gün güneş alan kapatılmış bir balkon burası. VE ben daha varmadan bıktıran yazdan dolayı bilgisayar önünü terk ettim. (bu bölgenin benim yangında kurtarılacaklar listemin başlarında yer aldığını düşünüyordum oysa.)

Arka balkon püfür püfür, pazardan Pazar günü alınmış, mutlulukla dikilmiş çiçeklerle ilişkimiz ise henüz cicim aylarında…

Sanal hayatım ile somut hayatım arasında en başta sıcaklık farkı var :) Bir de boyut farkı tabi. Bilgisayarda gördüğüm hiç bir nesne iki boyuttan öteye geçemiyor. Bu durumda balkonumdaki 2 ytl’lik çiçekler, PC’de görebileceğim (forward edilmiş) nadide orkidelerden binlerce kat daha değerli tabi. Yalnız bilgisayar ile edinilmiş ya da devamlılığı sağlanmış kimi dostluklar var ki onları ayrı tutarım bu acımasız saptamamdan…

Balkona dönelim. İzmir’den aldığım kitaplardan birine en nihayetinde sıra geldi. Murat Belge, Yemek Kültürü.
Henüz bir iki sayfa ilerledim ki işte içimdeki dürtükçü dürttü yine beni yaz diye.

Dürtükçüyü uykusundan uyandıran ve iş başına koşan şey ise Belge’nin bir saptaması (ya da aktarması diyelim)

“…..BU tavır bir süreden beri tamamen değişti. Adı bile kondu: “Mikro – tarih” deniyor.
Bildiğimiz büyük tarih anlatılarında hemen hemen hiç kendine yer bulamayan günlük hayat konuları artık didik didik işleniyor: Giyim kuşam genel olarak çok işlendi, “korse”nin kitabı yazılıyor, deprem tarihinden salgın tarihine, oradan kahveye, bu görece “mikro” alanlarda son derece değerli bilgiler üretiliyor ve bunlar “makro” tarihi anlamamızı da kolaylaştırıyor.”


Büyük hayallerle büyüdük. Okurken zannederdim ki Türkiye’nin en iyi kadın yönetmenlerinden olacağım ben… Sonra baktım bu o kadar da kolay değil, üstelik kolay olmayan en iyi kadın yönetmenlerden biri olmak kısmı değil, yönetmen olmak kısmı. Yönetmen olsaydım belki en iyilerinden biri olmak bile o kadar zor olmazdı …

Paraya para demeyeceğimi, istediğim kadar seyahat edebileceğimi de sandım ben. Sizi bilmem ama ben paraya hala para diyorum, bunun için ek bir jargon geliştimedim :) Hayallerin dünya seyahati kısmına gelince durum daha da vahim. Bakıyorum da burnumu Rodos adasından öteye uzatamamışım. Bunları geçelim, çünkü göreceli olarak daha zor hayaller bunlar.

Esas beni sıkan, çocuk da yaparım kariyer de şarkısının benim için koca bir yalan olması…

İşte bu noktada bilmem bana kızan kırılan olur mu ama, hayatımıza mikro tarih kavramı giriyor. İnternet ummanında bir çoğu benim gibi hayallerini katlayıp sandığa kaldırmış, kırmış dizini evladının yanında oturakalmış, çalışıyor olsa da hayallerinin işlerinde çalışmayan, o yüzden biraz burulmuş yüzlerce mikro tarihçi var. Kmisi benim gibi mutfak deneylerini anlatıyor, kimisi analık tecrübelerini, kimisi sadece o günü, kimisi de hayatı işte.

Yine de Murat Belge’de panzehir: NE demişti lafının en sonunda?

…. bu görece “mikro” alanlarda son derece değerli bilgiler üretiliyor ve bunlar “makro” tarihi anlamamızı da kolaylaştırıyor……

Uygarlık tarihine bir katkımız oluyor demek ki…

VE bir de bunaldığım anlarda beni rahatlatan tüm iyi kalpli dostlarımın dediği gibi:
En önemli şeyi yapıyorum ben, bir insan yetiştiriyorum
Galiba…..


resim Monet'den Posted by Picasa

10 comments:

ece arar said...

sevgili binnur, sorgulama bitmiyor. evet, bir vicdan rahatlaması oluyor düşününce, hani bir evlat yetiştiriyorum, daha ne olsun diyorsun, diyebiliyorsun... ama sen sen olmaktan çıkıp anne oluyorsun bir tek, o şaşırtıcı geliyor insana kimi anlarda, kimi anlarda kızıyorsun yapamadıklarına, yapabilecekken yapamadıklarının yanında, yapabileceğini zannettiğin ve aslında çocuğun olmasa da yapamayacakların var, orası biraz karışık işte. zor bir şey çocuk büyütmek, hele de çok hayalin vardı ise..

Zeynep B. said...

her yazını okuduktan sonra elim çenemde öylece kalakalıyorum....düşünüyorum..düşünüyorum...ama bir türlü ben de çıkamıyorum işin içinden....

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Ece,
söylediklerinin arasından günler veya haftalar geçse de hiç unutmayacağım, cımbızla ayıkladığım bir cümle var:
" ....yapabileceğini zannettiğin ve aslında çocuğun olmasa da yapamayacakların var,"

BU biraz iyi geldi ...

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Mutfak robotu (insanı :))

Önceki yorumunda "bir gün çekip gidecekler" demiştin. İşte o laf içime oturmuştu...Çünkü doğru. Ama bu yazı da sen de işin içinden çıkamamışsın galiba :)

Anonymous said...

sevgili binnur, bütün hafta tekbaşıma sokağa çıkamadığım için çıldırdım. bir yandan da yukarıda ece'nin yazdıklarına benzer şeyler düşündüm ("zaten kızımdan önce doğru dürüst bir kariyerim filan yoktu" gibi) sonra bugün kızım kabız oldu çok üzüldüm. diyeceğim o ki, galiba evkadını da kalsam, işkadını da olsam, hatta hayallerimden birindeki gibi paraşütle de atlasam ben hep aynı ben olacağım. züğürt tesellisi!

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Işıl,
züğürt-müğürt , bir şekilde teselli etmek zorundayız kendimizi , eğer seçtiğimiz yol çocuklarımızı kendimizin büyütmesi ise...
İşte ben biraz da bu yuzden yazıyorum. YAzdıkça kendimi anlıyorum, ya da başkalarından gelen yorumlarla biraz daha iyi hissediyorum...

Anonymous said...

Binnurcum!Evdeki annelik durumuyla barış imzalamışsın gibi gözüküyor.Biz senin ve Nehir'in microtarihini okuyoruz buradan,sen de bizlerin.Gerçekten ben kendi çapımızda macrotarihe katkıda bulunduğumuzu düşünüyorum.Hatta bu terimlerin icadından da önce böyle düşünüyordum.Biraz daha rahatlıyor insan,büyük bir iş yapmış gibi hissediyor.Sevgiyle kal...

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Arzu,
aslında en önemli tarih galiba insanın kendi kişisel tarihi.
Şimdi sizle okuyorsunuz ve bu benim için çok önemli, ama gelecekte, artık kimse okumadığı zaman bile, NEhir okuyacak ve bu onun, bir de annesinin kişisel tarihleri olmuş olacak.

Annelik ile tam olarak küs değildim zaten (dediğin şeye karşılık olarak yazıyorum) Sadece anneliğin getirdiklerinin yanısıra götürdüklerinden yakınıyorum :)
Çünkü bir anne olarak "sevmek" hiç de o kadar zor bir şey değil, insan kendisi duygusuz olsa bile içgüdüleri durmuyor :)
Ama koşullarıma daha iyi alışmaya çalışmaksa eğer, ya da kabullenmek, belki bunu yapıyor olabilirim, biraz da umut sahibi olmaya çalışıyorum.. bana gelen mesajların payı cok büyük.
sevgiler

Anonymous said...

Binnucuğum!
Dikkat edersen ''evdeki annelik''demiştim.Hiçbir anne annelikle küs olamaz zaten.Dediğin gibi içgüdülerimiz bizi rahat bırakmaz.
Sevgiler...

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Arzu
evet "evde annelik" haklısın o konuda...
hata fazla alışır da iş hayatına dönemezsem diye kokrkmaya başladım bile :)