5.5.09

Dişi Kuş Manyak mıdır?


Gönüllü olarak işten ayrılan bir arkadaşım çok değil birkaç gün içinde pes ettiğinde bana şöyle demişti.

“Yeter yahu, işte daha az yoruluyordum ben!”

Cümlenin gerisinde iş yerinde masasında oturup iş yaptığı, hatta çayının kahvesinin bile ayağına geldiği türü lakırdılar vardı. Oysa şimdi evde kıçı koltuk görmüyordu. Evin o köşesinden o köşesine savruluyor, üstelik çok afedersiniz ama terkettiği proje müdürlüğünü arattıracak bir şekilde evde sadece kıçımın müdürü oluyordu.

Bu son cümle tamamen bana ait. Yani o kendisini elbette bu şekilde aşağılamadı. Ama ben onun nezdinde, tüm kadınların adına, tüm kadınlığı aşağılayarak yüceltmek istiyorum.

Genelde prenses sendromu diye adlandırabileceğim ev hariç hiçbiryerde küfretmeyen şahsım adına da sizden özür diliyorum. Fakat denizcilik terminolojisinde varolup da TRT iznine bile vasıl olan şu kelimeyi sarfetmeme izin verin lütfen “KIÇ’ımın müdürü”…

Bir ev kadını pek haksız bir şekilde böylesi bir sıfata layıktır dersek çok mu ileri gitmiş oluruz. Eh popomuz da vücudumuz adına en önemli ve şüphesiz en pis işleri yerine getirdiği halde her nedense organlar hiyerarşisinde en düşük seviyede bir yere layık görülmüştür. Oysa popo iyi iş görmese tüm hazım boş bir iştir, boşun da ötesinde haz değil ızdırap kaynağına döner. Ve nihai son: sistem çöker….

Ev de başlıbaşına bir canlıdır benim gözümde. Aynen insan vücudu gibi sürekli olarak dışarıdan bir şeyler alır içine, hazmeder – içselleştirir ve atıklarını der top eder, atar- dışşsallaştırır.

Fakat tüm bunları kızıma hamileyken bir yerlere bayıla bayıla not düştüğüm bir alıntıda olduğu gibi yapmaz; Alıntı şudur: “Hiçbir şey yapmadan otururken ben, bahar gelir ve otlar büyür kendiliğinden.”

Zira kadının (göreceli olarak) en az emek sarfederek gerçekleştirdiği üzerine düşen görevlerden biri de bebek veya hamileliliktir.

Hakkaten oturur beklersiniz, içinizde bir canlı oluşur. Oysa ki bebeğinizin şeker hamurundan bir şeklini yap deseler sadece kulağını şekillendirirken bile (şah )mat olursunuz.

Velhasıl ev dediğiniz yaşamayan “organizma” öyle değildir işte. “Şeyleri” kendi kendine içine almaz, ve kendi kendine onları atığa dönüştürmez.

Bir pazardasınızdır eliniz kolunuz dolu, gözünüz bir çocuğunuza bir pazarcının torbaya doldurduğu meyvelerin durumuna bakar olmaktan dönmüş durumda,
bir ocağın başındasınızdır, gözleriniz soğan yaşı dolu,

bir sakatlanmış dizinize rağmen yerlerdesinizdir elinizde bez,

bir tuvalet içine bakıyorsunuzdur pür dikkat elinizde domestos ve fırça,

bir hurçlar ve denkler altında eziliyorsunuzdur senede neden iki mevsim var düşünceleriyle,

bir elektirkli süpürgenin filtre kutucuğuna takılan havları temizliyorsunuzdur eşinizin iğrenen bakışları altında,

bir (her ne kadar canınız ciğeriniz de olsa) evladınızın poposuna eğilmiş bok temizliyorsunuzdur,

bir kokmuş çorapları topluyorsunuzdur yerden - öğretemedim şunlara kirli sepetini diye söylenerek,

bir ütü başındasınızdır –saatlerdir- kan ter içinde,

bir çöp bidonunun başındasınızdır çöpü atarken sıçrayan kediden ürkmüş,
bir
bir
bir

birikmişsinizdir ve biriktirmişsinizdir öfke nöbetleri esnasında ev ahalisini savuracağınız “pek nazik” sözleri içinizde…

Çünkü kendinizi kendiniz için yaşamıyor hissedersiniz bir süre sonra… Siz evin en gerekli ama yaptığı iş en hor görülen kısmısınızdır çünkü: Neydi? Evin poposu, evin popo müdürü, ya da kıçımın müdürü.


İşin kötüsü azılı bir şekilde karşı çıktığınız bu sistemin aslında neferisinizdir de….

Eşiniz bir gün size sorar.
“Neden her gün bu yatak örtülmek zorunda ki?”

Cevaplarsınız
“Çünkü burası bir bekar evi değil.”

!

Ve daha da kötüsü o kadar saygı duyduğunuzu sandığınız ev kadınlarını aslında kendinizin de hor gördüğünüzü farkettiğiniz andır.

Sigorta yok, maaş yok ama dünyanın en ağır işi dediğiniz ev kadınlığına ihanet eder bulursunuz kendinizi bir gün. O da çalışmayıp evde oturan kadınlara az çok da olsa üstten baktığınızı, “ay aman bu kadın bütün gün ne yapıyordur ki evde acaba?” dediğinizi fark ettiğiniz andır.

Ve bir savaş, yoldaşlarının birbirine arka çıkmadığı anda yenilgiyle bitmiştir zaten….



Not: BU yazı canımın içi Aslı’nın Bertrand Russel’dan yaptığı bir alıntı üzerine yazılmıştır.

3.5.09

Gel gel gel

Eski yazılarıma baktım.
Ne çok konuşmuşum.
Az konuşmak en iyisi oysa. Kimsenin vakti yok karikatürün tamamını kaplayan konuşma baloncuklarını okumaya :)

Eh hayat bir karikatürler dizisi zaten . Yan odada uyuyan kızım incecik sesler çıkarıyor. Ve kolumun altında uyuyan kedim de.
Ben ise hamileliğimi hatırladım birden. Demişti ki kocam bana, "senin karnındaki bebek bir kilo pirinç ise ben de o pirinci taşıyan torbayı taşıyan adamım!"
Nerden mi çıktı?
Çok sevdiğim vladstudio sayfasında gördüğüm bu resimin yaptığı çağrışımdan....