20.12.10

Kabullenmek...


Karnımda geliştiği her anda aşk duygusuna benzer duygular besledim ben kızıma. Gün be gün nasıl geliştiğini takip ediyordum, ne gerek var bilmem ama diyordum ki bugün vücudunda lanugo tüyleri oluşmaya başladı, bilmem kaçıncı haftadayız.
Aslında bu gereklilik ile alakalı bir şey değildi. Aşk bir gereksinim arar mı ki? İnsan hesapsızca bir aşkın içinde bulur kendini. Ondan sonra sevilenin kulak kıvrımını ve tırnaklarının üzerindeki kalsiyum eksikliğini – ya da fazlalığını gösteren beyaz lekeleri bile hayranlıkla seyrederken bulursunuz kendinizi.

Onunla bütünleşir kalbinizde oluşan berrak aşk aynasında kendinizi görmeye çalışırsınız bir nevi.

Aşk işte budur, senden özge bir canda sana ait canı aramak ve belki de bulmak.

Evlada olan aşk ise bu idealin çok daha makul bir halidir. Çünkü evlat yüzde 50 sensindir zaten. Ve yüzde 50 de sevdiğin.

Zaten sevdiğin insan yarı yarıya seni yansıtan insan olduğuna göre, biraz tuhaf bir hesaba göre eşten gelen yüzde 50inin de yüzde 25i yine sensindir.

Böylece yüzde 75 seni anlatana, seni yansılayan bir varlık verirler bir gün kucağına.

Yüzüne bakarsın, önce bir yabancılarsın. Bu ben miyim diye sorarsın çünkü. Çünkü insanın kendisi ile karşılaşması kolay bir tecrübe değildir. Çocuğu doğduğunda sevinç gözyaşlarına boğulduğunu, ona yüzyıllardır annelik ediyormuş hissine kapıldığını anlatanlara inanasın gelmez; “Yalan söylüyorlar,” dersin. Kolay değildir sana yüzde 75 benzeyen, bir diğer deyişle senin bir diğer sen halini ömür boyu sil bastan tekrar büyüteceğini anlamak.

Ödemden şişmiş gözler ve ne kadar da sana benzeyen aç bir kurt gibi hayata karşı açılmış ağzıyla biraz da çirkindir bile. Çirkinsindir yani.

Bir kaç gün geçer. Onu doğurmamış olan tüm diğerleri onun çevresinde fır dönerler, sense karnındaki 8 kat dikişten ziyade ruhunda açık kalmış bir kapıdan esen buz gibi soğuk rüzgarın etkisinde üşümektesindir.

Kitaplara dönersin. Çocuğun hangi ayında hangi gelişimi göstereceğini anlatan kitaplara... Sen teoriler çölüne kafanı gömmüşken, çocuğun altını değiştiren aile üyeleri sana içerlerler. Ve hatta dalga geçerler senle. Çünkü o evde içinde değişim rüzgârları esen tek kişi sensindir.
Bilmezler.
Herkes gittiğinde bir tek sen yeni senin tek mesulü olacaksın bilirsin. Henüz kendi hayatını yeni ortalamışken, yeni senin yeni başlayan hayatını da üstleneceksindir.
VE fakat bir farkla, o sen senin kendinden daha az üzülsün, daha çok başarılı olsun tutkusuyla.
Ah ne yaman bir istektir o!
Loğusa depresyonu dedikleri şey kış güneşi gibidir. Geçer gider. Öyle ya insan kendi devamını nasıl sevmez. Sever, hem de çok, hem de çok ama çok sever.
Yanaklar baldan tatlıdır, gözler dünyanın en güzeli artık. Ve kokusu senin sütün kokar ve sen onun için dünyasındır.
Kimi bilmişler derler ki bu simbiotik bir ilişki.
Yani sen ve o birbirinizin varlığı ile beslenen iki canlısınız. Birbirinizin varlığını anlamlandıransız.
Evet öyledir.
Adı ne haltsa önemsizdir.
Sen onun sayesinde anne, o senin sayende evlattır.

Ve bu dünyanın en güzel simbiyozlarındandır….

Sonra okul başlar.
Birileri seni arar.
Derler ki
Bu çocukta dikkat eksikliği olmasından şüpheleniyoruz.
Omuzlarının titrediğini hissedersin. Üstelik bu deprem telefonu kapadıktan sonra da geçmek bilmez.
Ve araştırırsın.
Ve okursun
Ve görürsün ki
Anlatılan aslında sensindir.
Kendi çocukluğuna acırsın.
Kendini kucağına almak istersin. Ben ne çok mücadele etmişim hayatla dersin.
Ve benim yüzde 75’im olan evladım belki yüzde 25 ile daha kolay geciririr hayatını diye düşünürsün.
Ve sonra
Kabullenirsin…..

13.12.10

Rasgele bir kitap, ve hart hurt cümleler ile yazılmış bir post...


Bu sabah, körfezde nefis bir hava,

Kımıldamadan oturup

BUrada olmayanı düşündüm.



Bu bir haiku'dur.


Haiku nedir bilmeyenler zamanları varsa şu yazımı okuyabilirler..


Ki o benim en sevdiğim "sevgiliye mektup" tarzında bir hikayemdir...


Ve körfezli haiku gözümü kapatıp kütüphanemden rasgele bir kitap çekmem, ve o kitaptan rasgele bir sayfa bulmam ile karşıma gelmiştir.


Kitap iç bir zaman tam olarak okuyamadığım, hep orasından dalıp burasından çıktığım "Bir Aşk Söyleminden Parçalar" adlı Roland Barthes kitabıdır.


Kapagındaki fotoğraf gençlik yıllarımda beni büyüleyen bir fotoğraf sanatçısı Robert Doisneau'ya aittir.