23.10.08

Kanatlar




Çocukluğumun gecelerini sıkıştırdığım apartmanlardan birinde ardı ardına erkek çocuk doğuran bir kadın vardı. Elbette ki arzusu, hiç bitmeyecek gibi süren 9 aylardan birinin sonunda kucağına bir kız bebek almaktı. Aralıklarla 3 kez şişirdiği karnı ona her seferinde potansiyel ateş parçası bir oğlan hediye ettiği için hayat yolunda bundan böyle elde edebileceği akrabalık statüleri kaynanalık ve babaannelik ile sınırlı kaldı. Ancak yaşamın kıyısına doğru elde edilebilen bu iki tanımlamadan çok önce, bilmeden edindiği bir başka tanımlama daha vardı, o da çokbilmişlikti.
Çok bilmişliğin (başka) insanların kaderi üzerine belli belirsiz bir etki yapabileceğini ondan öğrendim ben. Ve örnekleme yaparken kendi bakış açımızın başvurulabilecek en iyi referans olamayabileceğini.
Ancak insan unutur. VE insan ahkam keser. Tıpkı benim daha sonraları başkalarına yaptığım gibi.
Anne baba kanatları altında güvende, ancak belirsiz bir gelecek yüzünden kafamın karışık olduğu bir dönemde gelecekte ne olmak istediğimi sordular bana. “Bilimadamı” dedim. Atıldı 3 oğlanlı teyze: “Ben de istemiştim bir zamanlar bilim adamı olmayı, ama sonra düşündüm ki her şey icat edilmiş. Kaşık icat edilmiş, çatal icat edilmiş ve bardak icat edilmiş. Sandalye tamam, masa tamam, bize gereken her şey tastamam. Sonra vazgeçtim bilim adamı olmaktan.”
Bir ruhun kanat filizlemesi uzun sürer, ancak kanatları koparıp atmak birkaç cümleye bakar. Kanatlarım ruhumun sırtında ince bir sızı bırakarak o gün koptular.