28.10.11

İnsan egosu ile çalışan makineler...

Seyretmeyen kaldıysa seyredenlere anlattırsın; Matrix unutul(A)maz bir fenomen bir filmdir. (Fenomen ne demekse?)

Anlatmaya kalkarsak iş uzar, zaten bu yazıda aracı olacağı şey konusu değil bir (önemli) detayıdır….

Film denen sahte ama rüyalardan daha gerçek gerçeklikte yani Matrix’de görürüz ki makinelerin ele geçirdiği bir sistem vardır, ve her şeyin olduğu gibi makinelerin de varoluşunu sürdürmek için enerjiye ihtiyacı bulunmaktadır.

Enerji kaynağı ise insandır. Ensesinden ve dahi vucudunun çeşitli yerlerinden sokulmuş boru mu desek, kablo mu desek karman çorman bir şeyler vasıtasıyla insanların enerjisini sömürüp kendi dinamosu yapmaktadır bu makine ve seyrederken filmi, ondan tiksinirsiniz!

Çünkü sistemin kaynağı olan insanlar ne bitkisel hayattadır ne de değildir. Onlar yaşadıklarını sanırlar, gördükleri hayaller vasıtasıyla, ve belki de tam da bu yüzden yaşamaya ve söz konusu sistemin bekasına malzeme olmaya devam ederler. Bir diğer deyişle ruh hala bedendedir ve kimbilir ruh olmasa enerji ibreleri bu kadar tepe noktaları göstermemektedir.

İnsanı insan yapanın ruh olduğuna dair yaygın kanıyı destekleyen bir düşünce!

Henüz aksini kanıtlayan da yok zaten.

Bir köşe yazarı gibi kullanmak istemem kelimeleri, çünkü benim periskobum gündem maddelerini değil (hatta siyaseti bile değil) daha öteleri, daha berileri, varoluşun çılgın renklerini ve dehşetini algılamaya ayarlanmış. Fakat gün gündem günü…. Çünkü bir ucu varoluşa dokunuyor.

Biliyor musunuz? Son günlerde sosyal medya dedikleri şey bana Matrix’i düşündürüyor.

Düne kadar yokken, simdi nasıl olur da evrenin tüm köşelerinde mavi zemin üzerine beyaz ile işlenmiş kücük bir f harfi gorur oldugumuza dair acıklamalar var aklımın karmaşasının içinde…

Adı facebook, twitter ya da friendfeed, ne fark eder?

Beslendiği kaynak insan egosu.

Ne kadar da matrix vari bir durum.

İnsan enerjisi ile beslenen çılgın bir sistem.

Farkında olmadan hala yas tuttuğumu gördüm bugün.

Birkaç gün evvel bir arkadaşıma dediğim gibi: Hala toprak altında kurtarılmayı bekleyen canlar varken onu bunu şunu paylaşamam ben facebookta.

İnsanlar var, yeni yeni pozlar verdiklerini düşünüyorlar ama benim gördüğüm şey hep aynı duruş! Eğer burunlar güzelse özenle verilmiş profilden pozlar bunlar.

Ve bir de faşistler var tabi.

Soylara göre insan sınıflayan, empatiden yoksun zavallı insanlar bunlar.

Irkçı damgası yemek için illa toplama kampları mı inşa etmeniz gerek? Toprak altında hissedilen korkunun dehşetin ne olduğunu anlamaya çalışmamak, çaresizlikleri tanrının sopası olarak görmek, sizden olmayan sizin gibi olmayanları ötekileştirmek fırınsız –sabunsuz ırkçılık değildir de nedir?

Ve işte tüm bu ego kurbanları ile ırkçı deliler artık benim listemde değildir.

Ha bir de sosyal medyayı ticari bir alan olarak gorüp pişirdiği yemeği (saatlerdir enkaz altında aç susuz olanları pek de aklına getirmeden besebelli) paylaşanlar da öyle.

Daha cok temizliğe ihtiyacım var aslında.

Fakat sosyal medya denen şeyin matrixvari bir insan enerjisi ile beslendiğini görmek (sanki bilmiyormuşum gibi) hala beni sarsıyor.

Ki onlar ego denen şeyle besleniyor. O hiç oksijensiz kalmaya tahammülü olmayan, savaş- barış-deprem – yıkım – afet fark etmez illa ki ortalıkta olma derdinde olan şey; ego onun adı.

Ve er ya da geç benim içimde de bastırılmaya dayanamayıp gün yüzüne fışkıracak olan şey tam da bu işte!

Fakat biliyor musunuz? Yine de şu günlerde içimden sizlerle neşeye dair, güzel bir kadın olduğumu ispat edecek tüm yalan resimlere dair hiçbir şey paylaşasım yok, ama hiçbir şey…