18.5.06

.......... Sınır zamanlar vardır karar vermek için acele etmeniz gereken.

Nedense ne zaman bir karara varmanız gerekse hep işte böyle bir sınırda hissedersiniz kendinizi.

Sanki bir an evvel karar vermezseniz treni kaçıracağınızı ama karar verirseniz de bir başka şeyi, bir başka güzelliği kaçırmakta olduğunuzu düşünürsünüz.

Ay geriye gider mi dünya çevresindeki rotasında, ya da dünya güneş çevresindeki yörüngesinde?

Gitmez değil mi? O zaman “zaman da” geri gitmez.

Çünkü aslında zaman diye bir şey yoktur, zaman denen şey uzay cisimlerinin birbirleri çevresindeki hareketleri ile ölçülür.

Dünyanın bu yörüngede hiç geriye gitmeyeceğini bildiğim kadar net biliyorum bir daha asla 1,5 yaşında olmayacak Nehir.

Kimilerince şiddetle savunulan “Anne ile geçirilmesi gerek zaman” kavramı eğer ben bir çalışan anne olursam kalbimin bir köşesine çizik atacak her okuduğum yerde.

Ama eğer tam bugünlerde başvurularımı yapmazsam, bir yıl daha boşa gidecek. …
“Annesi çalışan çocuklar kendi benliklerini daha çabuk algılarlar, daha güçlü bireyler olurlar” savları batacak bu sefer kalbime, yok yok beynimde bir yere…

Tüm ikilemler bu iki organ arasındaki yaşanıyor zaten. Kalp ve Beyin… Genelde uzlaşamazlar. Yorarlar adamı. Kendinle barışık olmak diye bir laf vardı bir zamanlar söylemesi moda. İşte o insanların söz konusu bu iki organı arasında zıtlaşma olmadığını düşünüyorum. VE bir de ellerindekilerle yetinmeyi bildiklerini.

Bir kitap okuyorum, Fizik üzerine yazılmış en komik kitap diye betimlenen. Hayatımda ilk bütünlemem Fizik dersinden olsa da aldım işte bu kitabı:
“Tanrı Parçacığı: Cevap Evrense soru ne?” adında.

Diyor ki Leon Lederman, “Tartışmacılar (filozoflar) vardı, onlar evrenin güzelliği ile yetinmek yerine onu tartışmaya başladılar…”

Kadın olmak da buna benzer bir durum. Şimdilik çalışmak zorunda değilim (her ne kadar çalışsam fena olmayacak olsa da) bunun güzelliğinin tadını çıkarmak varken, tartışmasını yapıyorum kendi kendimle.

Toplam 17, 5 sene eğitim+13 yıl iş hayatı= Yaş 36 denklemi gazetelerde “30 yaşından gün almamış” cümleleri ile gölgelenmiş ilanlar eşliğinde bozulup darmadağın olurken, işte tam da o girişte bahsettiğim sınırlarda hissederken kendimi Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan’a kulak kabartıyorum:


“Çalışan anneler, işlerini güçlerini bir kenara bıraksınlar demiyorum tabii ki, ama 0-3 yaşta yoğunluğun annede olmasının önemli olduğunu biliyoruz. Özellikle de 0-1 yaş arasında bu hakkın annelere verilmesi yani annelere ücretli izin verilmesi, bir lütuf değil, bir zorunluluk. Aileye ve çocuğa önem verdiğini iddia eden bir toplumda, bu hakların da yasalarla sağlanması gerekiyor. Bu arada beğenelim, beğenmeyelim, aile büyükleri çocuklara çok büyük katkılarda bulunuyor.”

Anneanne uzaklarda kaldı, bu şehir bana işte bu yüzden sağında solunda başka sıfatlar barındırmayan “ev kadınlığı” titrini getirdi.

“Kakasını yaptığı anda altını hemen temizlerler mi?”
“Ellerini yıkadıklarında kollarını sıvamazlarsa ıslaklık kollarını buz gibi eder mi?”
“Ona bağırıp alt dudağını büzmesine neden olurlar mı?”
“Tüm gün benim hasretimle yanıp tutuşur mu?
“Gelecekte, ruhunun köşelerinde böyle bir terk edilmişliğin izlerini görebilir miyiz?” türü sorular da geldi beraberinde.

Bir de tabi, e peki ben ne olacağım? Sigortam ne olacak? Sosyal hayatım ne olacak, kendime ait paralarla dolu bir cüzdan isterim cümleleri de geldi tabi….

Bir yıl daha beklersem şansımı tümden yitirebilirim. Artık basına sabahtan akşama şeklinde dönemem, öğretmenliğe döneyim, peki ama o zaman özgeçmişimi tam şu günlerde dağıtmalıyım okullara. Ama ya beni almazlarsa, daha da kötüsü ya alırlarsa….

Aklım beni şu Fizik dersi meselesi ile rahatlatıyor.
Ağabeyim’in zoru ile fen bölümün seçtim lisede. Bana demişti ki:
-Fen bölümünü seçmezsen üniversiteyi kazanamazsın.

Nefret ede ede okudum fen bölümünü. Fizik’ten de Kimya’dan da çakarak. Bütünlemeler de zar zor geçerek.
Sonra ne mi oldu?
Üniversite seçme sınavı sistemi tam da benim gireceğim yıl tamemen değişti.
Sözele, dile yatkınlığı olan ben İletişim, Radyo-Tv bölümü için bir tek matematik, fen ya da kimya sorusu cevaplandırmadım. Sadece sözel/dil soruları cevaplandırarak 02 barajında bulunan okuluma, ilk tercihime, göbekten girdim.

Planlar, şunun için böyle yapmalıyımlar boş- bomboş belki de…

Bilmem anlatabildim mi? (Daha çok kendime)

Posted by Picasa

5 comments:

Zeynep B. said...

haklısın, planlar boş.
Plansız yaşamayı öğrenmeli, o an ne gerekiyorsa onu yapmalı bence.
Ama unutma ki bir gün kızın büyüyecek ve hoşçakal anne diyecek. O zaman sen ne yapacaksın?
Çok mu düşünmeli yoksa hiç mi düşünmemeli ?
Her şey bir yana, hayatta biraz da bencil olmalı sanırım....

zeyno said...

plan yapmak bence de boş ama tamamen plansız da yaşamımız nasıl olur bilmiyorum. İster istemez farkında olmadan bir bakıyoruz ki yine plan yapıyoruz.Ama tutar, ama aksar....

Annelog Atölye said...

Çalışmak ya da çalışmamak.. İşte bütün mesele burda:)
Sanırım hepimiz yaşıyoruz bunları. Çok zor kararlar ve ileride ne neyi etkiler göremiyoruz. Genel tek bir formülü yok maalesef. Ara çözüm ne iyi olurdu, belli süre için haftada 2-3 gün çalışılabilecek iş imkanları olsaydı anneler için....Hayal tabii.

Anonymous said...

Merhaba Binnurcuğum!
Oooof of!Çalışmak,ama ne zaman?Keşke bu sorunun ikiden fazla cevabı olsaydı.Ya da direkt baba olsaydık.Bazı ülkelerde olduğu gibi bizde de doğum izni daha uzun olsaydı.Ücret falan da istemezdik,işimizin yine bizim olduğunu bilsek yeterdi.Ama şimdilik böyle.Ben,bizzat kendim bu konunun bencillik kaldıramayacak kadar ciddi olduğunu düşünüyorum.Hatta profesyonel yaklaşımla bu etkinin sadece çocukluk yıllarında kalmayıp bütün bir ömür başına iş açabileceğini biliyorum miniciklerin.O yüzden içim çok rahat.Çocuklarımın rahatını cüzdanımdaki kendime ait paralara değişmem biliyorsun.İç huzurunun artacağı günler de olur merak etme arkadaşım.Biraz oluruna bırakmak bazen işe yarar.Sevgiler...

Binnur A. Ö. said...

yorumlarınız için teşekkür ederim arkadaşlar. bu mesajlar bana ne yapmam gerektiği hakkında az çok yardımcı oluyor.