28.8.06

....... Yukarıdaki "Battaniyeler, dokunsallık ve Çoklu Zeka üzerine....." adlı yazının devamı:


Birkaç sene evel yaz sonunda öğretmenlere verilen seminerlerde tanışmıştım “çoklu zeka” kavramı ile. Uygulamalı çalışmalarından hep beraber çok zevk aldığımızı ancak bir ders konusunu tüm zeka tiplerine dönük şekillerle işlemeye kalkarsak hayatta bize 40 dakikanın yetmeyeceğini düşündüğümüzü hatırlıyorum.

İnsanın senelerdir tutunduğu dalı bırakıp başka dala sıçraması zor elbet. Bu dalın sadece sizi değil, ayaklarınıza tutunmuş onlarca öğrenciyi de daha yükseğe taşıyacağını bilseniz de hem.

Tekrar şu kurama dönelim.
“Az zeki - çok zeki” sınıflandırmalarını sevmeyen bu kuram, Gardner’ın da dediği gibi kişilerin farklı ilgi alanlarının olduğu ve ve bilinçli bir şekilde üzerine gidilirse herkesin başarılı olabileceği mantığına dayanır. (umarım açıklamalarımda yanlışa düşmüyorumdur- siz de araştırın derim)

Genel anlamda zeka tiplerini 8 başlıkta toplar Çoklu Zeka kuramı:

*Sözel
*Mantıksal /Matematiksel
*Görsel
*İçsel
*Sosyal
*Müzik
*Doğaya Dönük
*Bedensel /Kinestetik
---zekalar

Önce numaralandırayım dedim bu başlıkları. Sonra “önem sırasına göre,” diye algılanmasın diye bundan kaçındım.

Zira bana göre biri diğerine üstün tutulmamalı.

Ama eğer hepimizin amacı olan daha rahat, dolayısıyla daha varlıklı bir hayat sürmek adına mühendis ya da doktor olmamız gerekliliğine olan inanç hala sürüyorsa, matematik yine baş tacı edilecek demektir.

Kimi meslekler var ki diğerlerine nazaran daha bir “Zenginlik getiren” kategorsindeler. VE heyhat onların hepsi üniversite sınavında yanı başında koşan diğer çocuklardan bir adet daha fazla ya da az sayısal sorusu cevaplamış olmana göre artık ya kaderindirler, ya da kaderden çıkmış başkasının olmuşlardır bile.

BU bana haksızlık gibi geliyor.
Mühendislik kısmını anlayabilirim. En yakın arkadaşım ve babam mühendis. Derslerinin, işlerinin hep sayılarla alakalı olduğunu gördüm ömrümce. Ama Güzel Sanatlar Fakültesi dahiline alınan Mimarlık fakültesi için ya da hukuk fakültesi kapısını aralamak adına eşit ağırlık denen ağırlığın altında ezilmek de niye?

Son zamanlarda değişen üniversite sınavı yapısını pek incelemedim. Belki de artık yanılıyorumdur.

1987’de, Ekimdoğumlu bir 70 li olmam adına kendimi 16 yaşında saydığım bir yılda girmiştim sınava. (Hayatım için karar vermek adına ne ala bir yaş ama)

Arzuladığım meslekler ile ilgili bir liste çıkardığımı hatırlıyorum. İnsanın zekası neye dönük çalışıyorsa istekleri de o yünde oluyor tabi. Baktım listede her şey sözel ağırlıklı, yalnızca mimarlık matematik istiyor. Bir kalemde sildim attım onu hayatımdan.
Ancak mimarlık hayallerimi silmekten daha beteri de olabilirdi. Başarma ihtimalim düşük olan bir derse sırf şartlandırıldığım için asılır ve sınav çıkışı tabiri caizse avcumu da yalayabilirdim.

Sınavdan istediğim yere gireceğimi bilerek çıktım. Ancak o zaman bu zamandır bir sıkıntım var. İşimi yapmadığım sürece adımın önünde sıfat yok. Ancak işimi yaparsam gazteci Binnur, ya da televizyoncu Binnur’um ben. (Dibe bakınız*)

Oysa o çok yakın arkadaşım şu an çoluk çocuğa karışmak üzere olma nedeniyle işi gücü terk etti, senin benim gibi evde oturmakta. Ancak adının önünde ışıldayan mühendis diye bir kelimeye sahip hala. (bu cümlede gıpta var kıskançlık yok, lütfen not edin )

Belki de bu yüzden yazsam da yazmasam da adımın önünde kalacak bir “yazan” sıfatı arayışı içindeyim. Bilemiyorum.
İnsanların tüm çabalarının kökeninde “hasletlerini ve hasretlerini” (bakınız dip)****** aramak lazım (dolayısıyla işin içine çoklu zeka ve erişememe kuramları giriyor)

Çoklu Zeka konusunun laf kalabalığı arasında kaybolup gittiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Tam da içindeyiz bu konunun aslında.

Neden yaz seminerinde kuramı öğrenirken eğlenen, ancak nasıl uygulayacağı konusunda çıkmaza giren biz öğretmenlerin durumunu anlatayım biraz.

Demin de saydığım gibi 8 ana başlık var. Bir tanesini ele alalım. Kinestetik zeka(ya sahip çocuk)
Bu çocuk (ki sanırım kızımın sahip olduğu zeka tiplerinden biri de bu) yerinde duramaz, hop oturur hop kalkar, bu arada muhtemelen poposuna “hiper aktif” damgasını yer, eğer “çoooooook gelişmiş !” bir ülke çocuğu ise bu yüzden ritalin diye bir hapı yutar ve iddia edilen o ki bu da ona hapı yutturur.
Ritalin çok tartışılıyor. Ben sadece kulak misafiriyim. Yine de Nil Gün’ün şu yazısını okuyun derim

Bir de dokunsaldır bu çocuklar. Gördükleri şeyi dokunarak daha iyi anlarlar.
Tıpkı Nehir gibi mesela.
Hani şu battaniye kenarı saplantısı var ya , oradan geliyor.

Şimdi.
Bir konu anlatıyorsunuz derste. Bir çocuk sözel zeka ağırlıklı çalışan bir beyne sahip, dinlemeyi seviyor, bir diğer çocuk kinestetik zeka ağırlıklı, yerinde oturamıyor, kıpı kıpır, kızdırıyor sizi. Yavrum otur.. Yok oturmuyor. Onu da derse dahil etmek adına biraz getir götür türü görevlendirmenin ve dersin malzemesinin dokunma gerektirecek şekilde hazırlanmasının faydası var.
Diyelim "Hayat Bilgisi" dersindesiniz ve Ege Bölgesi’ni anlatırken kuru üzümü, inciri, pamuğu sadece dile getirmek olmaz, Bir de sınıfta bu malzemeleri elden ele geçirirseniz ne ala.

Böylece hem görsel ağırlıklı çocuk da işe dahil olur. Bir de müziksel zeka var ki kuru incirlerle nasıl ses çıkarılır bilmem. Ancak doğa zekasına sahip çocuğun bu yemişlerle yakın temasta olmaktan çok mutlu olacağına eminim. Matematik zekası mı dediniz, sorun bakalım Ahmet’e avucunda kaç üzüm var.

Gör, dokun, dinle vs.

Dalga geçtiğimi sanılmasın..
Müfredat yetiştirme telaşında bir öğretmene ne çok iş düşüyor onu anlatmaya çalışıyorum.

Benim kızımın ilkokula başlamasına çok var. Ancak umut ediyorum öğretmenlerimiz o zamana kadar bu işin içinden çıkarlar ve kızımı bizim yetiştiğimiz şartlardan daha iyi şartlarda yetiştirir ve yönlendirirler.
İşte o zaman bir kez daha öperiz ellerini…
Hem de zeka skalasının her bir köşesinden gelmiş binlercemiz…



*****(öğretmenlik konusuna ise hiç girmeyelim. Birileri 21. yüzyılda tutunabilmek adına en az 7 meslek erbabı olmak gerek demiş bir yerlerde, ben de okumuşum. O gün bu gündür meslekleri çoğaltmakla meşgulüm. Şaka bir yana öğretmen olmayı isteme nedenlerim de bir başka günün konusu olsun)


*************Haslet: İnsanın yaradılışından gelen özellik, huy.(Türk Dil Kurumu Sözlük)



Resim not: http://www.studentretentioncenter.ucla.edu/sfiles/multipleintelligences.htm” Posted by Picasa

3 comments:

sammy said...

Binnur;
Bu sene müfredata giren bu eğitim şeklinden öğretmen arkadaşlarım sayesinde yakından bilgi sahibi oluyorum. Bence yapılmak istenen güzel bir şey. Yalnız bu tip bir eğitim sistemini çocuklara aktaracak öğretmenlerimiz ne durumda? Çocuklara gör, dokun, dinle sistemi ile öğretmeye onlar ne kadar hazırlar?

Bırakın doğuyu İstanbul'un göbeğindeki bir takım okullarda bile ortaokula gelmiş ancak okuma yazmayı bilmeyen çocuklar var. Bunlar öyle ailelerden geliyorlar ki düşünmek, tartışmak, fikir alış verişi nedir bilmiyorlar. Bence Türkiye'de eğitim sistemi adına güzel şeyler yapılmaya çalışılıyor. Ama alt yapısı oluşturulmadan. Körlemesine....

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Sammy,
benim de demek istedigim buydu aslında. Sınıflarımız bu kadar kalabalıkken ideal eğitim sistemlerini devreye sokmak ne yazık ki cok zor.
Bir sınıf ne kadar kalabalıksa tek tek ilgilenilmesi gereken o kadar çok "zeka" oluyor.

Değişmeye çalışmak bile iyi bir adımdır ancak yine de işleri zor gözüküyor.

mom said...

keske bu coklu zeka kavrami hakkiyla uygulanabilsede kisilerin ilgi alanlari dogru tespit edilip gelecekte favori ama mutsuzluk getiren bir is sahibi olmak yerine sadece mutlu olabilecegi islerde calisan insanlarin sayisi cogalabilse ...