20.8.06

.........Kader, elinde yerde sürdüğü çember, koşmakta olan bir çocuk gözümde.

İç içe halkalar halinde yaşıyorsun sevdiklerinle yaşamı. Onlar bir dönem nerelerde bulundular iyi akılda tutmalı. Bir gün aklının köşesinden bile geçmeyen bir şehre savrulduğunda hatırlamaya ve bağlantı kurmaya yarayacaklar çünkü.

4-5 yaşlarındayken taşındığımız Çamlık apartmanı var hayat zincirimizdeki bin bir halkadan biri olarak mesela. Annemin kucağında akşam gezmesine gidiyoruz, apartman yeni, pek bir oturan yok o zaman. Çıkıştaki son basamaktan annemle beraber yerlere yuvarlanıyoruz. Biz önde babam arkada ilk katın henüz taşınılmamış dairesine dalıyoruz açık kapısından, mutfağa gidip ellerimizi yıkıyoruz, üstümüzün tozunu atıyoruz. Sanki daha dün.

Hani saç telinin, eldiven tekinin peşine düşer ya filmlerde büyücüler, tozumuzu fazla silkelemişiz o giriş katına. Gelinlikle girdiğim ve 5 yılımı geçirdiğim ev de o oldu sonrasında. Annemler benden 20 sene evel biraz ilerde bir başka apartmana taşınmışlardı bile… NE tozmuş ama dedim zaman zaman kendime, 5 yıl boyunca sil sil çıkmadı.

Arka penceresi apartmanın kömürlüğüne bakan, bir gün doğacak çocuğumun ciğerleri için önceden önceden kaygılanmama neden olan “2 oda bir sofa” minicik bir evdi bu. Soğuk kış günlerinde dışarıdan eve geldiğinde seni güler yüzle karşılayan sıcağı en büyük lüksüydü. Daha başka ayrıcalıkları da vardı tabi, tık dedim mi dibimde biten aileme yakınlığı (meğer bu ne kadar önemli bir şeymiş) ve dizleri ağrıdığı için bir kat yukarda olsam birkaç kez eksik gelecek anneme düzayak oluşu, gözlerimi bağlasalar yolumu bulacak kadar tanıdık çocukluğumun mahallesinde yer alması gibi.

Apartmandaki kadınların hepsi, eğer renkli göz Türkler için en önemli güzellik alameti ise, güzeldi. Kahverengi gözlüler azınlıkta, düşünürdüm, evlilik olasılığını bile artıyor galiba şu renkli iris. VE korkardım çocuksu bir şartlanma ile, onlar "aman annen sana ne yakın, aman ne şanslısın," dediklerin de. İstemeden de olsa değecek nazarlarından.

Sonra, ya değen bir göz, ya da bizim kendime verdiğimiz bir söz sayesinde bir başka şehre savrulduk… Şöyle doya doya 1 bir migren krizine bile giremezsin orada. Nerde o 5,5 lik deprem olduğunda, Ertunç askerdeyken, sabaha karşı çiğ bir saate dakikada dibinde biten baba lüksü, ay anne sen şu kıza bir 2-3 saat bakıver biz bunaldık, sinemaya gidecez lüksü…Bunalımların için artık öncelikle kendine, baş ağrıların için de apranaxlara güvenme zamanı geldi çattı kısaca.

“Yine saldı maya fabrikası amonyağı, derken buldum birden kendimi eşime, “kapa balkon kapısını,”
Endişeliyim, daha iyi bir yaşam vermek için birbirimize ve kızımıza, kalkıp geldiğimiz bu fabrika bacası bol memlekette nerede oturursan otur bir fabrikanın çemberine dahil oluyorsun işte. Peki ya “daha iyi bir sağlık” kısmı ne olacak, o ayrıntıyı atlamışız ne yazık..

Bir şey olmaz, diyor. “Çocukluğum Tüpraş’ın her akşamüstü 5 gibi salıverdiği amonyak kokuları arasında geçti,” ekliyor.

Amonyak boy uzatıyor galiba diye düşünüyorum. Kafamın dibinde bir yerlerde içten içe vır vırlayan ikircikli yanımı susturma çabası ile… Başarısızım tabi. Araştırsan ne tehlikeler çıkar altından, kanserojen midir nedir? Oysa ne çok küçük detayı atlamadan edemez olmuştuk evlat için. Nehir geldi, bulyonlar gitti, monosodyum glutamat nedir öğrenildi, ucuz çin mali kalemleri ortalıkta tutulmuyor artık, içinde kimbilir ne yüksek oranda kurşun vardır? hem baksana kurşun çocuklarda öğrenme yetisini azaltıyormuş, onu geç zehirlenme bile yapıyormuş, o zaman markete giderken ara sokaktan geçmek lazım, orada pek egzoz gazı yok baksana, a bir de jöle şekerlemeler- kim bilir ne katkı maddesi vardır onlarda, e fındık verelim o zaman- peki ama ortadan ikiye ayır, top gibi olmasın boğazına moğazına gider aman Allah’a emanet, aman sakın çeşme suyu verme, bu ovanın altına kimbilir hangi fabrikaların atıkları karışıyordur, mikropsuz çıksa da tüm tahliller ağır metaller ne durumda acaba… Böyle böyle uzayıp giden diyaloglar..

İç içe geçen çemberler işte. Şehir çağırdı seni geri diyorum eşime. Oysa o seneler evvel bu şehirle tüm hesabını görmüş de gelmiş. Onun daha iyi bir insan olmasını sağladığını düşündüğüm lojmanda geçirilmiş mutlu çocukluk günleri defterini ara ara açıp gözlerini ışıldatarak hikayeler de anlatsa İzmit İzmit’de kalmış..

Beni almaya gelmişsin meğer diyorum İzmir’e… VE nüfusunda İzmir yerine Konak yazıyor diye üzüldüğün bir evlat sahibi olmak için. “E merkez ilçesi ya İzmir’in Konak,”
“E tamam da İzmirli olmayan nerden bilsin,” diyecek kadar İzmir’i benimsemiş bir İzmitli…

Şimdi sıra bende. Sanırım ben de senin şehrini benimsemeyi öğrenmeliyim. Fakat ben bir kız çocuğu sahiyim. Sokakta yanımdan geçerken mini giymiş bir başka kız için “alıp kafasını şu havuzun suyuna sokup sokup çıkaracaksın,” diyen gençleri tüylerim ürpererek dinledikçe nasıl alışabilirim bu şehire?

Zaman zaman gittiğim kentimde eskiden dikkat etmediğim ayrıntılara takılıyorum artık. kaşlarında piercing gördüğüm delikanlılar gözlerimi yaşartıyorlar, mini etekler, açık göbekler, sarmaş dolaş gençlere bakıyorum gururla….”İyidir bu,diyorum, benim memleketimde hala kimse kimsenin ahlak bekçiliğini yapmıyor demek.Herkes farklı olma hakkına sahip hala…. İsteyen istediği ile olmaya, istediği gibi olmaya hak sahibi hala. Fabrika bacaları ve atıklarından geçtim amma, kendimi korkudan dolayı ortama ayak uydurmuş bulmaktan korkuyorum bir gün, kızım dışarı çıkarken endişe ile etek boyuna bakar bulmaktan kendimi….Ve bir de “yakınlarda kendisini benim yıllar ve yıllar boyu emek vererek büyüttüğüm kızımın bekçisi sanacak adamlar ve daha kötüsü bir de havuz varsa diye korkuyor bulmaktan korkuyorum.

Neyseki, diyorum, çember çevirmeyi seven kader kızımın çevresindeki iç içe geçmiş halkalardan birinde İzmir olduğunu bir gün mutlaka farkedecektir.

Yine de kızımın göbek bağını İzmir'e gömmeye karar veriyorum....



Posted by Picasa

2 comments:

Annelog Atölye said...

Ne çok korku ne çok endişe var değil mi? Anne olunca insanın duyargaları da kuvvetleniyor. Zeki olmak, kafası çalışır olmak iyi birşey değil bu zamanda.

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Annelog,
insan düşündükçe yaşayamaz hale geliyor, hep savunduğum gibi..

Olasılıklar insanı çok yoruyor. Ama yine de anne olmak çok güzel :)