22.2.07

Dümeni Kimin Eline Tutuştursam?

Derler ki insanlar yaşlandıkça hayatın başına geri dönerlermiş. Dünyanın teknolojiden ve katkı maddelerinden uzak köşelerinde bu teoriyi doğrulayacak kadar uzun yaşama şansına sahip insanlar oluyor tek tük.

İşte bu insanlar 100 yaşından sonra çıkan süt dişlerini göstermek için ağızlarını açtıklarında görüntüyü izleyen kişilerin de ağızlarının hem zamanlı açılıp şaşkınlıktan bir süre kapanamadığı vaki…

İlk cümlede boy gösteren teoriye onay vermek için dalya demişlerin ağzındaki süt dişlerini saymaya ihtiyacım yok.

100 değil ama 50’yi aşıp torun bakan insanlara bakmam yeterli!
Bir önceki 25–30 yılın başında evlatları ile nasıl yumak oldularsa yerde-yatakta, torunları ile alt alta üst üste aynı sahneleri tekrar eden nineler ve dedeler görüyorum kendi geleceğime bakar gibi. Tuhaf oluyorum…

Elleri ayakları küçük, ağzı burnu küçük, ama kalbi kocamaaaan bebelerle, menopoz denen o sınırı geçip artık “kadın bedeni fabrikam” topu attıktan sonra da kucaklaşabilecek olma ihtimalinden hoşnut olmadığımı söyleyemem. Ancak benim itirazım çizgi filmmiş, tele tubbylermiş, her türlü çoluk çocuk programı seslendiricileri her kimseler, işte onlara karşı.

Ağabeyimin evladını büyütürken “Şirinler” denen mavi cücelerin seslerine karşı inanılmaz bir duyarlılık geliştiren anacığım gibi tıpkı. (O zamanlar bundan 10 yaş daha gençtim- Kadının sıkıntısını anlamayacak kadar kavak yellerinin boşalttığı dinç bir kafa ile omuzlarımın üzerinde elbet…)

Gün olur devran döner… Mavi cüceler bile eskir, Nasreddin Hoca ‘nın dediği gibi eskiyen ayları kırpıp kırpıp yıldız yaparlar ve ortaya “tele tubbyler” çıkar… Ve Tanrı bana annemi anlama fırsatı verir.

Sanırım bir 3–5 yıl daha kulak tırmalayan tubby tossssst, tubbby tossssssst ünlemelerine karşı direnecek gücüm kalmadı. Son günlerimizin evlat uyanıkken geçen süresinin neredeyse tamamı bu sesler eşliğinde kâbusa dönüştü zira.
Diyeceksiniz ki, nerden buldun tüm gün süren “tele tubby” programını?


Bunun açıklamasına geçmeden önce izninizle bir masal anlatmak istiyorum.


Muhtemelen Grimm kardeşlerin hayal dünyasından çıkıp düşünce deryama dalan bir masal bu. Masal’ı sahnelemek isterseniz iki şeye ihtiyacınız var: bir kayık bir de nehir görüntüsü verecek olan bir pano.

İşin nehir kısmında bir sorun yok ama kayık bildiğiniz kayıklardan değil masalda. O yakadan bu yakaya tüm gün yolcu taşıyan bu kayığın dümenini yanıp yıkılıp bir kere tuttunuz mu işiniz tamam. Bir başka kişinin eline tutturuncaya kadar dümeni, kopamıyorsunuz oradan, bir çeşit “yekpareleşme” yaşıyorsunuz kayıkla ve olan oluyor. Heves ve heyecan gibi kalbin yönettiği kavramlar nedeniyle soyunduğunuz bu işten paçayı sıyırmak için aklınıza sığınmak zorunda kalıyorsunuz: “Nasıl yaparım da bu dümeni bir başkasının eline tuttururum. Şu yolculardan birini heveslendirmek için ne yapmalıyım,” gibi...

Masalı masallar okuduğum yaşta oldukça etkilenerek okumuştum. En çok etkilendiğim şey de dümencinin dümeni en nihayetinde kralın eline tutuşturacak kadar hayatından bezmesiydi. Düşünün bir! Yeni kurban Kral….

Belki de masalın çocuk aklıma öğretmeye çalıştığı şey de buydu: Hayat bazı konularda ayrıcalık tanımaz!

Kral yada dümenci fark etmez, sıkıntılar bir çift ele dönüşüp boğazı sıkmaya başladı mı sonradan isim önüne konulmuş büyüklü küçüklü sıfatlar buhar olur uçar ve geriye en temel güdüler kalır. Kaç ve kurtul…(Evet evet, hayat bir kere!)

Masalı okudum. Üzerine bir 25 sene daha koydum. Bir akşam misafirliğe gittik.
Evin ateş parçası 7’lik oğlan o gece babaannelerdeymiş, dümeni ele tutturmak için çok ala bir fırsat…

Hoş beş derken bizim kız kendinden 5 yaş büyük bir oğlanın oyuncaklarını daha fazla ilginç bulmamaya başladı ve ev sahibine “dümeni” ortaya çıkarma fırsatı yarattı.

Evsahibi----Bak bak, sana ne seyrettireceğim!

(“Sonranın” mazlumu) misafir anne---Aaa bak, tinki minkileeeeeerrrrr (kendi aramızda teletubby demek)

Çok fazla dümen dedim biliyorum ama bir iki kere daha demem gerek: Dümeni tutmuşuz da haberimizde değil… Gece bittiğinde geri verilmek üzere “Babam ve Oğlum” ile “Amelie” cd’lerinin yanı sıra, “Yo, yo geri istemeyiz, artık sizin olsun,” ısrarlarının eşlik ettiği “tinki minki” cd’si ellerimizde, kapıda vedalaşıyorduk…

Tabi tüm bunlardan Nehir’in haberi yok. Al gülüm ver gülüm ne demek, biz o gün eve neden ellimizde biraz daha büyük bir paketle (pasta paketi) girdik de iki üç ince paketle (elbet cdler) çıktık türü detaylar üzerine pek değil hiç düşünmüyor.

Sözün özü ele dümen tutuşturma işi tam olarak ertesi gün, benim işgüzarlığımla başladı.
DVD player’a takmamla beraber cd’yi hayat durdu, ortalıkta lastik top gibi zıp zıp zıplayan Nehir dondu ve derin bir oh çektim, ve hatta “Allah razı olsun … Bey ve … Hanım’dan !” bile dedim…

Ancak bu bir başlangıçmış meğer. Evet zaman zaman yanılıp yıkılıp bir uzmana sorsam benden kızıma AGTE testi yaptırıp sonuçlarla kontrole gelmemi istetecek kadar hiperaktivite sınırlarını zorlayan kızım için bir süreliğine de olsa uyuşturucu etkisi var cd’nin. Fakat bir süreliğine…

Sonra mı? Sonrasında tinki minkiler açık kalmaya Nehir de evin tozunu atmaya devam edecek. Çaktırmadan kapasam, “annnnnnnnneeeeee” ünlemesi ile başlayan itirazlarla uğraşmak zorundayım. Kapamasam çocuk programları seslendirmede başarının altın anahtarının tiz ve (çocukların değil belki ama büyüklerin kulağını) kulak tırmalayan tonda ses kullanmak olduğunu düşünen koca insanların seslerine katlanmak zorundayım. Meliyim- malıyım ama “sinirLANMAMALIYIM”….

Eğer anne ya da babaysanız ister bir şirketin CEO’su ister en alt katmanındaki bant önü işçisi olun fark etmez, hiçbiriniz kral değil hepiniz “dümencibaşısınız”. Ancak ekstra zenginlikler evladı bakıcılara bırakıp bırakıp eller kollar boş, özgürlüğe yelken açma şansı tanır ya size, arada ki fark işte olsa olsa bir budur.

Bu durumda kafası “yıka yıka yıka , tubby tooooossssst tubby tosstttttttttt, nu nu temizlik yappppppppppp,” çığlıkları ile ütülenecek olan kişi elbette ki siz değil bakıcı olacaktır. Fakat tubbylerin doğduğu memleketin en bir yüce mekanı Buckingham Sarayı’nın gerçek sahibi de olsanız, bir gün bir yerlerde elinize bir şekilde tutuşturulmuş cd’ler ve elbette ki bebeklerinizle baş başa bulacaksınız kendinizi, şu veya bu şekilde.

Sarayın kaç odası var, kaçında Avrupa’nın çeşitli memleketlerinde hüküm sürmüş kaç kraliçe kaç kral yorgun bir misafircilik günü sonunda ayakkabılarını çıkardı ve ovdu yorgun ayak parmaklarını pek de önemli değil artık. Emin olunacak tek bir şey var, “Sarayın işte tam bu odası pek bir dar….”


NOT: Bu yazıyı yazalı takvimsel ifade ile bir kaç ay, takıntı nesnesi haline gelen filmleri sayarak dile getirirsek "bir kaç film" olmuş.... Yazmışım ama yayınlamamışım (madım) . NE derler. Kısmet bugüneymiş :)

NOT2: Resim şuradan . Bu parmak kuklaları örme sabrına sahip insanlar için tavsiye olunur.




.

4 comments:

yummymummy said...

Selam Binnur, bu tinkiminkiler hakikaten etkili yaratiklar.. Bir yerden duymustum, zorladim ama cikaramadim, asli astari var mi onu da bilmiyorum, hatta bilimsel olarak nasil aciklanir, meotodolojisi nedir fikrim de yok, ama o karakterler ve ortami, cocuklarin ruyalarindan yola cikarak yaratmislar...diye duymustum. Bizim evde de bu minik adamciklarla ilgili soyle bi durum var, sabah BBC'de cikiyor bu seyler, onlar ciktiginda ben de TVnin karsisinda bizim oglana karsi ziplamaya basliyorum... hamileyiz ya... e gobek ayni tinkiler gibi.... bizimki kopuyo tabi:))) ya bunlarin 4unu de hamile saniyo, ya beni onlarin soyundan saniyo... bi tuhaflik var diyo ama sadece gulebiliyo:)

pandora said...

Hahhahahhaa, çok güldüm ya sabah sabah :))) Ben de aynı fikirdeyim bu teletubbilerin sesleri konusunda, aynı şey bizde de oldu çok uzun süre :)

Binnur A. Ö. said...

Yummy, tubby göbek- mummy göbek baglantısı beni cok guldurdu..
Bir de zplama kismi var ki amaninnnn oldum. Doguma bu kadar yakinken ben ruyalarda zipliyordum... :) Maşallah valla...
Bu arada ruya demisken cocukların ruyalarını nasıl saptarlar bilmiyorum ama kesinlikle onlarin da ruyaları var ve ben peri olup ucmayi ve bu ruyalarin icine girmeyi cok isterdim. Fakat bana oyle geliyor ki ruyaları gunluk hayattaki mutluluklarindan ibaret..
NEhir 9-10 aylikken, neredeyse ilk telaffuz ettigi kelimelerden biri sıkı dur "miyaaaaav" idi.
HAyır ben bir kedi dogurmadim elbette. AMa evimizde kediden cok danaya benzeyen ama zoolojik sınıflandırmada felix domesticus muydu, uzatmayalım kedi olarak gecen bir yaratik var. E tabi cocuk icin de buyuk bir neşe kaynaği bizim domesticus.
İşte o gunlerde gecelerei zaman zaman miyaaaaaaaw derdi nehir. uykusunda. ay aman kalk ısır burnunu, kaşı boynunu ensesini, o da purr purr pur yapsın. heheheh.

Binnur A. Ö. said...

Sevgili Pandora,
eger bu yazıyı yazdıgım zamanda yayınlasaydım, umutsuzlukla sana bir soru sorardım. Ayyy gececek mi o gunler.
Ama dedigim gibi uzerine başka filmler eklenecek zamanlar geldi gecti. demek geciyormus modundayım. Ama bu kez de başka seylere takıldık. yani yeni film kahramanları... Sanki filmler de kendi aralarında bir dümen tutuşturma oyunu oynuyorlar...
Sizde de oyle mi?
BU arada sabah sabah seni güldürebildiğime sevindim valla.
Kalorisiz pirzola :)