Gündüz vakti herhangi bir evin kapısını çalıp bekleyin…2 ihtimal var:
Kapı açılmayabilir…
Veya….
Veyası belli, açılır…
Kapı açılırsa aralanan kapının arkasından belirecek yüz ile ilgili ise (biraz abartmaya müsaade varsa) tek bir ihtimal vardır… Bir kadın…
Zannetmeyin ki bu saatte evde olmak işsiz güçsüzlük göstergesi,
Ve zannetmeyin ki o kadının yüzünde az önce çaldığınız zilin sesi ile bozulan ama yok olamayacak kadar derinleşmiş bir keyfin izi var…
Keyiften ziyade yorgunluk belki… Hiç görünmeyen işlerin, bir nevi suya yazılmış yazının kalemleri olan bir süpürge, bir yer-toz-bulaşık bezi kenara bırakılmış da açılmış kapı…
Ellerine bakın, muhtemelen nemli- aceleyle mutfak havlusuna silinmiş, hava soğuksa biraz da kırmızı, parmakların bittiği yerde, tümsekler arasında belki de biraz kuruluk ve mini mini çatlama izleri.
Elbette en sondaki detayları bir anda görebilmek için bir çift Süpermen gözüne ihtiyacınız var… Ne bakışı diyordu ona Clark Kent, X ışınlı bakış mı? İşte ondan..
Ancak kadınla ilgili çok önemli bir başka detay var ki onu görebilmek için X ışını saçan gözlere değil yalnızca ve yalnızca zamana ihtiyacınız bulunmakta. Şöyle birkaç saniye, en fazla 5 kadar….
O bir detay da değildir aslında. Başlı başına bir “anafikir” belki… Gereken süre geçti mi kendiliğinden gelen, aralık kapının dibinde bir yerlerde biten ve fıldır fıldır dönen gözlerini gözlerinize diken bir “anafikir”, kadının özü; kadının reçinesi (bakınız ağaçlı yazım)… Evin merkez noktası, evin en küçük birimi, çekirdek ailenin de çekirdeği.. Atomu….EVLAT….
Bir kadın, eğer ana olmuşsa “gerdirme” nedir bilir….Bir kadın anne olmuşsa “görünmeyen bir lastik” ne demek bilir… Ve o görünmeyen lastiğin bir ucunda kim diğer ucunda kim var onu da bilir elbette….
Evlat ile ana arasında, her ikisinin de tam da ayak bileklerinden birine takılı, sevgi (ve karmaşık başka bir sürü neden) kaynaklı ve aynen sevgi kavramı gibi soyut ve elle tutulamaz, baksan görünemez ama illaki hissedilir bir lastik vardır.
Ana yürür, gider kapı açar, evlat o anda evin bir köşesinde oynamakta olsa da fark etmez lastik gerdiririr gerdirir ve ufak olanı büyük olanın yanına uçuruverir…Çektirir lastik…Lastiğin menzili bellidir….
Zihin duvarları mağara gibi, kim bilir o anda o duvarlarda ne düşünceler yankılanmakta.. Bir tanesini biliyorum ben.
“Annem gidiyor!!!”
Her akşam ve her sabah, çöpün kapı önüne koyulduğu o önceden belirlenmiş saatlerde evin seslerini en az benim kadar ezbere bilen kızım açılan sokak kapısının ayağımdaki görünmez lastiği daha hızla gerdirdiği hissiyle fırlar gelir yanıma….
“Çöpü attım kızım..”
“Töpü attın mı anne?”
“Attım kızım.”
BU elbette bir tanesi.
Bir diğeri “bunalmışlık”… Kapı çaldı, biri geldi, kim ola ki, oyun oynar mı benimle, bu kadın yine daldı evin işlerine….
Bir diğeri “beklenti”.. Babam mı geldi acaba, o ise yaşadık valla. Taze kuvvet. Hem özlemiştir de beni şimdi o….
Bunları geçelim.
Lastiğe dönelim.
Kimi zamanlar lastiğin yeni alınmış telsiz bir ev telefonu gibi menzilini ölçmek istersiniz. Hiç yapmadınız mı siz? Hani kutusunda 100 metreye kadar çeker türü şeyler yazan telefonunuz ile komşuya çıkıp biri sizi aradımı çalma sesinden başka pek de bir şey duyamadığınız, telin öteki ucundaki insanın kim oldugunu bile anlayamadığınız hiç olmadı mı yani.
Menzil denemeleri genelde hayal kırıklığıdır…. Evdeki babaya teslim edip evladı yukarı komşuya çıkmak sizin ayağınzdaki lastiğin gerginliğini orada kaldığınız 15 dakika boyunca boşu boşuna hissetmenizden başka bir işe yaramaz. Ses gelmez, ama aranıyor olduğunuzun bilgisi ile huzursuzsunuzdur. Telefon örneğinden tek fark, ses gelmese de sizi kimin aradığını biliyor olmanızdır. Tek yön: Evlat….
Daha da zoru evde reçine tanenizi teslim edecek kimsenin olmadığı anlardır.
Çamaşır asmaktasınız. Balkondan aşağıya içinde siz olmadan da, içi boşken bile yanaklarınızı kızartacak şahsi bir eşya, alelade bir kilot, sıradan bir sütyen düştü yere… Öyle filmlerde görünen tarzda şeylerden de değil, işte öyle bir kumaş parçası. Ama etkisi şaşırtıcı… Ha boşu yatmış kaldırımda, ha dolusu diyor ve uçuyorsunuz…. Kimseler, kumaş parçasının civarındaki yeşilliklerde dolanan karıncalar bile görmeden gidip o utanç abidesini yerden kaldırmalı, 2 tokat atıp onu iffetli olmaya çağırmalı.. Kepazelik…
Uyuyor işte evlat, daha ne olsun. 2. kattan aşağıya inme sürecinizde yataktan fırlayıp kibritle oynayacak ve tüm apartmanı danseden alevlerin kucağına atacak değil ya.. Öyle öyle ama gel de bunu ayağındaki lastiğe anlat….İndiğiniz hızdan daha büyük bir hızla geri çekiliyorsunuz eve. Bir nevi uçuyorsunuz.
--
Arka bahçemizde diyebileceğim kadar yakın şehir tiyatrosu bize… Aramızda en fazla 100 metre var. Belki yok bile o kadar. Oyuncu kadrosu ise hatırı sayılır ünlülerle dolu. Yok öyle ünlü hayranlığımız ama, bir git gör, hayatına renk gelsin di mi…. Kaç kere de dedi eşim git diye…Gitmedim … Çünkü ayağımdaki lastikten pranganın menzilinin o kadar geniş olduğundan emin değilim Ya da cep telefonumun bir perde kadar kapalı kalmaya tahammül edebileceğini…
Yanlış giden bir şey var diyorum kendime.
VE neden erkeklerde bu lastik varsa bile hissedilmeyecek kadar gevşek..
Ve çalan kapıyı açtığımda birkaç saniye içinde çekmezse ayağımdaki lastik evladımı yanıma, tuhaf hisseder miyim kendimi acaba?
Ve simbiyotik ilişki (bakınız ağaçlı yazım son paragraflara dogru )denen nane molla’dan farkında olmadan zevk mi alıyoruz acaba…
Ve böylesi bir çekim gücü olmasaydı dünya dönmez miydi güneşin etrafında…
VE güneşten uzaklaşıp uzayın derinliklerinde kaybolup gitmiş bir dünyada yeşerebilir miydi yine bahar dalları…
Ve bahar dallarını yeşertemediğini bildiğinde güneş yine kendisini güneş gibi hisseder miydi acaba???
---
Bu yazımın ardına Zeynep’in şu yazısını okusanıza….
10 comments:
Binnurcum ah bu lastik(ler) yok mu,üç bir yanımdan çekiştiriyor beni.Hem de menzil o kadar kısa ki,hemen gelip şap diye yapışıveriyor.Reçineli reçineli, yapışkan kıvamlı:)
Ama yazının sonunda yaptığın analize katılıyorum.Onlar olmasaydı annelik kavramı,duygusu,sıfatı,yörüngesi...Hiçbirisi olmayacaktı.Sadece kadın sıfatıyla devam edecektik hayatımıza.Bizi diğerlerinden ayıran ve benim bazen bunalsam da tabii ki çoğu zaman çok sevdiğim işim annelik...
Sevgiyle...
Binnur merhaba,
Benim de 3,5 yaşında bir oğlum var, ona ben bakıyorum. Bu lastik benzetmen çok güzel. Bazen bu çekimden çok bunaldığımı düşünürken bu sabah babasıyla yatakta sohbet eden oğlum bana "Anne kapıyı kapasana babamla konuşuyorum" dedi ve ben o lastiğin bir gün yok denecek kadar zayıflayacağını hissettim, biraz hüzünlendim. Annelik bir yanıyla platonik bir sevgi galiba...
O lastik her anne ile çocuk arasında yok aslında. Benim karşı komşum 2,5 yaşındaki kızı evde uyurken diğer kızıyla çöp atıp, bakkal alışverişine gidebiliyor mesela. Ya da 10 yaşındaki oğlunun eline tutuşturup 2,5 yaşındaki kızı evin önündeki parka oynamaya yollayabiliyor. Aslında o lastik de onun çekim kuvveti de anneden anneye değişiyor.
Sevgili Arzu,
Sevgili Figen,
Sevgili Adacim,
Yorumlarinizla katkilarinizdan dolayi tesekkurler. Demek yalniz degilim (zaten buna emindim.) Ancak Ada'nin soyledigi sey beni bir anlik dehsete dusurdu. Cocugu evde uyurken bakkala gitmek meselesi yani.
Bir ara antibiyotik ignesi lmam gerekti bir kac gun. Bir tanesinde Nehir'in uyudugu ana denk geldi (akşam/geceye dogru). Aslında cok samimi olmadıgımız ama mazbut ve iyi bir aile oldugunu bildigimiz ailenin annesinden (alt komşu)rica ettik sadece 10 dakika yokuz, gelip durur musun diye. ( o anda daha samimi oldugum digerl komsuların hicbirisi yoktu evde)
Gercekten de 10 dakka yoktuk. en fazla 15 dakika. Oysaki Nehir coktan uykuyu derinlestirmisti ve ruhu bile duymazdı gidip geldigimizi.
İSte dedigin gibi bu lastikler seri üretim olmuyor galiba.
"Uyuyor işte evlat, daha ne olsun. 2. kattan aşağıya inme sürecinizde yataktan fırlayıp kibritle oynayacak ve tüm apartmanı danseden alevlerin kucağına atacak değil ya.. " ne güzel söylemişsin... yazını tümü harika gerçi. aklımdan geçenler, aklından geçmiş, hepimizin aklında gerçi de yazabilene.
Sevgili Ece,
senden böylesi bir iltifat almak beni çok sevindirdi. Çok teşekkür ederim :)
Yazilarinizda elle tutulamaz, gozle gorulemez hissiyati cok guzel ifade ediyorsunuz.
Sevgili Pratik Anne,
böyle düşünmenize çok sevindim. :)
neee 2 kat aşağı mı?ben kızım yeni doğduğunda odadan çıkıp mutfağa su içmeye gitsem annemi içeri yolluyordum.Zavallı kadıncağız da "ne yapacağım ben bu deli lohusayla"bakışıyla söz dinletemediği kızını üzmemek için içeri giderdi.hata bende biliyorum, buna benzer sebeplerle esnekliği çok az olan bir lastiğimiz vardı, aklım başıma gelince de o lastiğin esnekliğini artırabilmek için uğraştım durdum, uğraşıyorum.ama umarım asla yavru yalnız uyurken ev sınırlarını terkeden birinin esnekliğine yaklaşmam bile.bu da benim manyaklığım olsun ve elbet evlat bir gün göbek bağını keser gibi kesiverecek o lastiği ve annenin dengesi yine bozulacak-değişecek ve yine yeni denge için vakit gerekecek, hı?
Anne'ye
:)
Post a Comment