11.3.07


Hoca Nasreddin bir meramımı anlatırken en çok yardımıma koşan tarihi kişiliklerden biridir.

Ama nasıl olmasın, hoca her ağzını açtığında bir konuşmuş, pir konuşmuş. Ve hatta öyle konuşmuş ki sözleri birer joker misali “istediğiniz bağlamda”- “istediğiniz manada” kullanılabilecek şekilde esnek birer lastik mübarek… Nasıl sevmeyeyim ben hoca Nasreddin’i siz söyleyin şimdi…


Geçen hafta 80’lerin sonları ile 90’ların başlarına dönmek maksadıyla benim deyimimle 5 kız, kızımın gözüyle 5 teyze bir araya geldik… Ancak bu bir hayaldi, işin 80’lerin sonları ile 90’ların başlarına döner gibi yapmak kısmı hayaldi elbette… Çünkü hayatımızın o dönemlerinde henüz dünyanın merkezi bizzat ve tamamen kendimizdik. Oysa şimdi…
Gel de Nasreddin Hoca’yı anma.

Herkesin bildiği bir hikâye; Hoca’ya sormuşlar dünyanın merkezi neresi diye, o da bulunduğu yeri gösterip “ahanda” tam burasıdır demiş. Elbette ki sorucudan “Nasıl olur hocam,” diye bir ikinci soru gelmiş. Hocanın cevap malumunuz : “İnanmıyorsan gel de ölç!”

Ortada 6 adet “reçine damlası” dönenmekte… Biz 5 imiz merkez kaç kuvveti ile kenarlara, “evsel terminoloji” ile koltuklara savrulmuşuz… Eh dedik ya merkez biz değiliz artık, bu kadar çok merkez nokta bir araya gelince merkez kaç kuvveti de daha yüksek oluyor tabi…
Ancak bir kısmınız paragrafın başındaki “reçine damlası” tabirine takılmış olabilirsiniz. Açıklayayım…

Belki de bu çağrışımı hamilelilikte vücudumun aldığı şekle borçluyumdur…. Git gide ağaçtan akan bir reçine damlası gibi aşağıya aşağıya şişen göbeğime bakıp bakıp ne kadar da ağacın sızdırdığı reçine damlasını andırıyor derdim kendime.

Reçineyi küçümsemeyin lütfen… O ağacın özüdür , en tatlı yeri, şekerinin şekeri

İşte bir başkasının durduğu yerden bakarak konuşunca

“e muhtemelen ve de hmmm herhalde” en tatlı,

kendi bakış açımızla ise “aa delimisin, kesinlikle en tatlı” parçamız,
hayat ağacımızın “en bi şeker özü” yoğunlaşmış da akmış, akıp akıp da leğen kemiğimizin üstündeki o güvenli yere 9 ay boyunca toplanmış, sonunda pırt diye dünyaya atılıvermiş ortada, aman tanrım o da ne SAÇÇÇÇ YOLUYORRRR….

Bir başkasının en bi tatlı kısmı, özünün gül yüzü ise tam o anda elindeki oyuncağı havaya kaldırmış eylem gerçekleşmeden “kemik sesini” duyabilmenizi sağlayacak kadar dehşetengiz bir ifade ile olaya renk katmakta….

Pembe – beyaz tenlere geçmek üzere bir piranha şıklığı ile açılıp açılıp kapanan çeneler ve inci dişler, hiçbir sorun yok aman da ne güzel “dansediyorumvari” bir ifade takınılmış halde yapılan bir dans figürünün doğal uzantısı olarak bir diğerinin kafasına inen bir şaplak ve olaya eşlik eden bir doğal ses: şaaaaaaaaaaaap…


Ve VE VE elbette sahneyi tamamlayan kadınlar korosu: HAYIIIIIIIIR, YAPMMMMAAA, AYYYYY, YETTER…

Buraya kadar olan kısım elle tutulur şiddet kısmına giriyor… Bir de elle tutulamayan şiddet var ki o daha çok anaları hedef alıyor… Bir nevi çin işkencesi, kesilmez ve ardı arkası gelmez bir vırvırvır, cırcırcır ki bir arkadaş topluluğunun en son doğum yapmış elemanı iseniz bu tür arkadaş toplantılarına katılmayıp sonunculuk eziyetini bir önceki arkadaşınıza devretmenizi tavsiye ederim… Açıklama basit… En küçük çocuk refakat istediğinden hiç susmamaya ve ses desibelini gürültü kirliliği sınırından bir milim aşağıya kaydırmamaya yeminli tüm “reçine damlaları” ile beraber arka koltukta oturma şerefine nail olan yetişkin sizsiniz… Önce kulaklarınız sonra beyniniz uyuşuyor….Arabanın önünde oturan ve tatlı bir sohbetin keyfini süren iki arkadaşınızın sesi git gide daha uzaktan gelmeye başlıyor…Arada bir cılız ses çıkıyor ağzınızdan, bir nevi “imdat”: “Kızlar öne pek ses gelmiyor galiba…” Mükemmel bir manevra ile susturuluyorsunuz: “AA biz çocukların gürültü yapmasına hiç kızmayız, yeter ki şiddet uygulamasınlar…” Yutkunuyorsunuz, biraz daha cılız bir sesle “evet öne bu kadar yoğun ses gitmiyor demek” derken …

O anda değil ama sonra (çünkü tüm bunları düşünüp tartabilmek için olay mahallinden otobüsle 1 saat 50 dakika kadar uzağa kaçmam gerekiyordu) gözümün önüne gelen bir vizyon ile aydınlandım, bir nevi yaşadıklarımızın nedenini anladım.

Vizyon şu: Batmakta olan güneşin önünde 2 kol ve tek bacak kıvrık bir şekilde havada o meşhur pozunu veren Karate Kid.

Hatırladığım kadarı ile bilge bir dövüşcü olmak adına bir yığın sınavdan geçip bir yığın acılar çeken bu genç çocuk sonunda muradına eriyordu….

Bizim muradımız biraz daha farklı… Kendiminkini ifade edeyim (nasıl olsa hepimizin ki üç aşağı beş yukarı aynı): Zarif, kibar, düşünceli, saygın, karakterli, mutlu, başarılı, tuttuğunu koparan vs. vs. velhasılı insan gibi insan ama bu dünyaya geldiğine ne kendisini ne de başkasını pişman ettirecek bir insan “oluşturmak”…
Ya da ve belki, her doğum gününde çevresini saran koronun “iyi ki doğdun” nakaratını içinden gelerek söylemesi ve kendisinin de bu nakaratın sonunda ki “n” harfini “m” harfine dönüştürmesi….

İşte Karate Kid ile bu noktada ayrılıyoruz.
Kid kendisine şart koşulan tüm dayanıklılık testlerini kendisi için geçmişti tek tek, biz- yani koltuklara savrulmuş analar ise, siz ne demek istediğimi zaten anladınız, belli ki evlatlarımızın hayrına geçmekteyiz tek tek tüm testleri…

Mesela bir komşum var ki bizden önceki neslin yazılmamış “çocuk yetiştirme kitabının” şımarıklık alt başlığına dahil edebileceği kimi durumlar için “bırak,” diyor bana “ o çocuk da kendini böyle ifade edecek, bırak- engel olma….”

VE sonra bizim çocukların arasında baş gösteren itiş kakışta ben benim reçine damlasına engel olmaya kalktığımda “amaaan,” diyor bir başka arkadaş “bırak aralarında halletsinler, yok değilse hırslanacaklar, o ona vuruyor o da ona karşılık veriyor…..”

Şimdi mesele biraz karışık, ve elbette oyunun kuralları da..
Anne’ye ait oyun kuralları şu şekilde sıralanabilir:

Hayat denen mücadelenin bir küçük versiyonu olan oyun alanında evladın etkiye karşı tepkisiz kalmamasına ancak bu esnada cok fazla kafa göz yarmamasına dikkat etmek…

Biri sana bir tokat attı mı sen bir de öbür yanağını uzat felsefesine inanmadığınızı ancak yine de şiddeten nefret ettiğinizi çocuğunuza ifade edebilmek (bu en zor kurallardan biri)

Yukarda ki iki maddenin doğal bir uzantısı olarak hayat çaylakları arasında vuku bulan bir arbedede hangi darbelerin müsaade edilebilir hangi darbelerin müsade edilemez boyutta olduğunu birkaç saniye evelinden kestirebilip olaya bir kedi çevikliğinde müdahale edebilecek güçte olmak…

Çocuklara ait oyun kurallarına ise hiç girmeyelim…. Çünkü o cenahta anlatacak pek bir şey yok…

Zaten demin de dediğimiz gibi bu oyunu Karate Kid türü filmlerden ayıran en büyük fark “gelişim”in sadece Karate Kid’i ilgilendiren bir olgu değil Kid’in eğitmenini de kapsayan bir kavram olması….

Her ne kadar hayatınızdaki “ağırlık noktası” ve dünyanın merkezi olma kavramları bir ağaçtan kayıp giden bir reçine damlası gibi bedeniniz merkezli olmaktan çıkıp bizden uzaklaşsa da “simbiotik füzyon” diye ağdalı bir tanım var literatürde….


Bu tanım kimilerince “simbiotik ilişki” olarak da bilinir ve özü şudur: iki kişinin varlığının anlamının birbirine bağlı olması…. Bir anne evladından dolayı anne, evlat da annesinden dolayı bir evlat statüsüne sahiptir gibi…

Bu durumda olayı "psikopata bağlamadan" ya da evlat kazık kadar olduktan sonra, uzak bir gelecekte de "karşılıklı simbiyotik manyaklara" dönüşmeme umudu taşıyarak dünyanın iki merkezi var diyebiliriz:


Biri: ahanda benim durduğum yer,

Diğeri de: Hani ortada dönenip duran (ve bu esnada başka dünyaların başka merkezleri karşısında tekme tokat ısırık hayatı öğrenmeye çalışan) şu reçine damlası....


Şimdi söyleyin bana, böylesi bir tanımlamaya kimin itirazı olabilir!

İtiraz etmek için derin bir soluk alanlara ise elbette Hoca Nasreddin'den bir son cümle önerilebilir: İnanmıyorsanız gelin de ölçün….







NOt:Resim East of the sun sitesinden. üzerindeki nacizane reçine damlası benim eklememem.

2 comments:

Annelog Atölye said...

Yok. Benim hiiiç bir itirazım yok:)

yummymummy said...

Saglikli olan da bu zaten, yani ozellikle annenin, cocugu ve kendisinin 2 ayri merkez oldugunu kabullenmesi. Tersi durumda ortaya cikan, evladinin artik baska bir hayati oldugunu kabullenemeyen, kilitlenmis bir bag ile ve disardan mudahale kabul edilemez bicimde baglanmis goren ve beklentileri bu dogrultuda olan anne modelleri...