
Bir oyuncak mağazasında bugün, şöyle balık etli bir bebek aradım… Sonuç: Barbie’lere inat, barbielere rakip çıkan “Bratz”ların bile sadece kafası büyük.
O yüzden evladıma sadece ayı almaktan yanayım. Bu ne kadar sürer bilmiyorum… Ama sürebildiği kadar sürsün.
Bir sorum var: Çocuklarımızın bilinçaltına çaktığımız çiviler hangi yaşta daha çok iz bırakır durumdalar?
Hani ağacın yaşlığı kaça kadar en işlenir halde…
Emin olduğum bir sey var
Kızım sokağa yüzüne allığın alını sürmeden çıkamayacak mesela…
Benim yaptığım gibi tıpkı, tam da dışarı çıkmaktayken ikimiz, atta meselesinin benim için en önemli kısmının surat renklendirmek olduğunu bilmesinden mütevellit, dibime sokulup pembeleşmiş o yumuşak ponponu yanaklarında hissetmek istediğini belli ediyor bu küçük kadın.
Bana göre
Mahrumiyet bitimsiz bir açlık yaratabilir. Sen çocuksun olmaaaaaaaz demiyorum hiç. Arada görmezlikten gelip el çabukluğu marifet kendi ritüelimi hızla yerine getirip banyodan kaçsam da, kimi zamanda da “hadi al sür bakalım,” yapıyorum.
Bilmem yanılmakta mıyım?
Surat ortasında ki tokattan öte tokat kıvamında allar bana palyaçoları hatırlatsa da bu dar bir bakış açısı olsa gerek. Kimi manik depresiflerin maniklediği dönemlerin en önemli eşlikçisi aşırı makyaj, kimi zaman da değerli sanatçı Zeliha Berksoy’da olduğu gibi bilmem hangi sanatsal amaca hizmetle ya da varoluşun yokoluşa dönüşmekte olmasına (sanabilirim) zayıf bir itiraz göstergesi olarak surata oturan bir maske….
Geridekinin ve beridekinin renksizlik hüznünü saklamak için belki de kozmetik endüstrisinin tüm çabası. Ya da daha gerçekçi bir tabirle, ait olduğum büyük yüzdenin diğer tüm kadınları gibi dengesiz ve aptalca beslenmenin getirdiği kansızlığın ruhsuzluğunu silmek amaç surattan.
Yüzüme dokundurduğum ponponlardan ziyade avucuma her sabah alacağım tatlı kırmızı tonda bir demir hapı ile Nehir’e daha iyi örnek olmak da var tabi.
Ancak mini mini hap şeklinde şekerlerden bile haz etmiyor kızımın babası. Doğru da düşünüyor. Özendirici ve yanıltıcı buluyor. Uzun uzun anlatmadı ama ben biliyorum aklındaki lafları. Uzun lafın kısası, işyerinden bir arkadaşının kızının midesine işte bu yüzden geçenlerde hortum sallandı.
Oysaki biz kadınlar erkekleri kandırmak için süreriz alı yanağımıza… Daha sağlıklı ve dolayısıyla daha doğurgan görünmek için belki de…. Türün devamıdır, evrimin altın kuralıdır. Cinsler kendilerine hayatta soy verebilecek ve hayatta kalma ihtimali yüksek soy verebilecek eşler seçer.
Doğurganlığın en garanti olduğu yıllar da gençliğin şaha kalktığı yıllar…İşte bundandır ki tüm kadınların arzusu olmak bir narin dal… “Gencim ben, en ideal “eşim” olası ki. Üstelik yanaklarım da al…” der bütün süzülen kadınlar görünümleri ile… Bazen söze gerek yok. Ve hatta söz anlamsız, öyleymiş gibi yapmak daha inandırıcı….
Ve sapıtır bir çok şeyin sapıttığı gibi hayatta amaçlar. Hem yeni yetme bir ergen kadar ince hem de bir katır gibi sağlam olmak öyle kolay iş mi?
Bir büyüme hormonu vardır ki, ne yeseniz yağa dönüşmez, istediğinizi yer yanaklarınızı al dudaklarınızı bal yaparsınız. VE dahi yaprak gibi süzülür, her göze takılırsınız.
Fakat zaman geçer o hormon başka hormona yer verir, kendine yol verirken. Artık yediginiz içitiginiz tamı tamına sizin, hemi de göbek bölgenizde bir küçük can simidi formunda. Buyurun taşıyın gururla….
Hep istersiniz cazip olmak. Kesersiniz lokmayı önce ucundan sonra dibinden….
Kan çekilir yanaklardan, dudaklardan. Tüm kadınların ortak kaderi midir “ay makyajım yok dur çekme şimdi –foto?” Demek.
Oysa dedelerin torunları ile her isttediginiz zaman fotoğrafını çekebilirsiniz, ya da babaların… Ancak söz konusu kadın aile fertleri ise, ay aman dur, sen de hep böyle bakımsızken çekiyorsun fotoğrafımızı….
Sonra
Kimi “aklı biraz daha erken ayanlar”
Ya da iştahına gem vurmakta zorlananlar
Der ki amaaaaan ye gitsin…
Hayat bir kere , nerde buldum adını söyleyemediğim tadını aklımdan silemediğim bir “profetorol” topragın altında…
Ye gitsin…
Ama bunu diyemeyenler, gözünün önünde tapılası barbieler, bırakırlar yemeyi hepten….
Ya da yerler de yemezler. Yer gibi gözükür gider kusarlar…. Bir de zihinlerine bir böcek sokarlar. O lokmayı yerse En sevdiklerinin öleceğini söyleyen. VE bir de ekranlarda psikiyatrlar, derler ki anoreksiya nevroza bu, ve bir öncekinin blumia olduğu gibi….
İyi insanlar vardır, gırtlaklardan aşağı hatırım için diyerek lokmalar iten. Gitmezzzz….
Çünkü
Her yer çöp kadınlarla doludur. Oyuncak dükkanları serçe parmağı bedenlere sahip bebekler, her yıl aynı beden kalsanız da gün geçtikçe small’dan mediuma çıkan kıyafet kalıpları…
Olamaz….
İşte bu yüzden
Nehir’in en çok ayısı var….
Ben ona hala ve ısrarla yaşıyor olsa ayakta durması imkansız olacak beden ölçülerine sahip olan Barbie, ya da bedeni yine dal, kafası büyük Bratz almıyorum….
Alanlarla da geri göndermeyi planlıyorum…(bilmem büyük mü konuşuyorum…)
Hele bir de Türk versiyonları var ki bunların, derler ki safinaz. Onlardan da nefret ediyorum….
Çöp bacaklar, çöp kollar bana kalırsa iğrenç diyorum….
İşte bu yüzden Nehir’in en çok ayısı var. Onları alıp da yanına tatlı tatlı bir “çuuuu” demesi var ki otur demek.
Otur ayıcığım otur, sen yanımda kal…Belki senden abiye kıyafetin altına hangi ayakkabı daha iyi gider öğrenemem ama ve en popüler saç renginin sarı, boyunun beli bulduğunu,,,,ama ama yine de annemin içi daha rahat eder….
Çuuu ayı çuuuu…
rESİM NOT: jUDİTH lEVİN
