
Ogün o güne kadar oturduğum sandalyelerden en ayrıcalıklısına oturdum.
Bu sandalyenin ayrıcalığı bilgisayar manzaralı olmasıydı.
Hayır hayır, uzaktan değil- yakından.
Ama tereddüt dolu dakikalar boyunca bilgisayar benim için sadece seyirlik bir nesneydi. İşlevsellik sonradan geldi.
O günü bir kenara koyalım. Üzerine 11 yıl daha ekleyelim.
Kızım doğalı nerdeyse 3 yıl olmuş olsun, ve kızım artık okula başlasın.
Şans bu ya, okulun her odasında- her sınıfında kameralar olsun, ve okul internetten yayın yapsın.
Olsun..
Oldu…
Halası Antalya’dan, ben buradan takipteyiz bizi en hayatta çok ilgilendiren minik insanı. Yan yana olsak hafifçe dürtüp birbirimizi “bak bak,” diyeceğiz “gördün mü ne yaptı?”
Ama bizler ülkemizin kuzeyi ve güneyi olmak üzere iki ucundayız ve yine de – ve hala- ve pekala da birbirimizi dürtmeyi ihmal etmiyoruz. Mesajlaşarak elbette….
Nehir ise üzerindeki gözlerden bihaber canını yakan çocukları tekmeliyor, ordan oraya – odadan oyun salonuna koşuyor –ve tabi biz de kamera1’den kamera4’e onunla birlikte….
Bir kameradan bir kameraya tıklama hızımın kızımın bir odadan bir odaya koşuş hızına yetişememesi beni şaşırtıyor. Şaşırdığım başka şeyler de var. Mesela diğer kızlar bebekleri ile oynarken benim kızım erkek çocuklarla masada araba sürüyor… Sonra uyku saati denen zaman diliminde uyumayıp ortalıkta dolanabiliyor. Üstelik bu eyleminde yalnız da değil. Başka çocuklar da var uyumama özgürlüğüne sahip. Hem onlar kalkıp uyku odasındaki TV’yi de açıyorlar, yavaştan diğerlerini de uyandırma pahasına.
Soru işaretlerim çok değil aslında. Birkaç tane. Neyse ki kolay ikna edilen bir insanım, “çocukları sıkıp da okuldan soğutmak istemiyorlardır,” dediğinde eşim, konuyu bir süreliğine kafamdaki raflardan birine kaldırabiliyorum.
Fakat evlatlı birkaç arkadaşla başka türlü bir konuda ne düşüneceğimizi bilemez durumdayız.
Bu konu okul öncesi eğitimcilerinin terminolojisinde her nedense hala Arapça bir kelime ile şu şekilde özetleniyor: FAAAAAAALİYET…
Henüz tatil tam olarak bitmediğinden mi, yoksa kızım en miniklerin sınıfında olduğu için mi bilinmez b ir FAAAAAAALİYET eksikliğidir gidiyor.
Çocuklar nadiren masa başındalar, o da kreşin isteği ile deliler gibi şehrin tüm kırtasiyelerinde aranıp da Murphy’nin meşhur kuralı gereği son baktığım yerde bulduğum Alpino marka oyun hamuru ile oynamak için.
Bense bir ruh halinden diğerine savruluyorum. Sanki iki omzumda iki ayrı tipte minik Binnurlar var.
Biri hippi kıyafetleri içinde,
Diğeri ise şık bir tayyör.
Tayyörlü konuşuyor:
--7 çok geççççç.
Sandaletli konuşuyor
--Amaaaaan. Bırak kreşi, ben anaokuluna bile gitmedim.
Tayyörlü konuşuyor:
--Nerde faaaaliyetler, hani göremiyorum, nasıl gelişecek bu çocuğun zihni, efendiiiim küçük kaslar falan nasıl gelişecek?
Sandaletli Konuşuyor
--Nasıl olsa gelişecek. Bizim gelişmedi mi? Hatırla anaokuluna gitmememize rağmen ilkokulda bir sınıf yukarı atlatmayı teklif etmişlerdi…
Tayyörlü konuşuyor:
--Sürekli oyun oynuyorlar bunlar. Böyle şey mi olur?
Sandaletli Konuşuyor
--olur tabi, biraz rahat ol. Bunlar henüz oyun çocuğu zaten.
Tayyörlü konuşuyor:
--Hiç disipline sokmuyorlar bunları. Baksana uyusunlar diye baskı bile yapmıyorlar.
Sandaletli konuşuyor
--Bana kalırsa hayat onun için zaten çok erken başladı. 3 yaşı bitmeden sabahın 7.30larında kalkmayı öğrendi çocuk….
Yine konuşuyor tayyörlü
--Hani, diyor, nerede bu kreşin bilgisayar labrotuarı. Geri kalacak geri (diğerlerinin çocuğundan)…..
Diayaloglar böyle böyle gidiyor…
Zaman zaman tayyörlü sandaletliye baskın çıkıyor. O zamanlar tayyörlünün belden aşağıya vurduğu zamanlar. Örneğin üniversite sınavından bahsettiği, üniversite sınavını kazanmanın değil, en iyi -- en gözde üniversiteyi kazanmanın marifet olduğundan dem vurduğu, sıradan bir okul-ardından sıradan bir iş ve sıradan bir maaş şeklinde sıradanlık üçgeni ile sandaletliyi boğduğu zamanlar işte onlar. Çiçek-miçek- bohem – mohem ama sandaletli de bir anne neticede. İçi almıyor sıradanlığın uçurumunda hayal etmeyi kızını……
Sonra onlar çekiliyorlar.
Birbirine karşıt düşüncelerin az önce karşılıklı kılıç çektiği toz-duman bir savaş alanı aklım.
Neyse ki insan beyninin kilit noktası “çağrışım”.
“Özgür bir kuş” gibi daldan dala konan kızıma bakıyorum PC ekranından.
Aklıma dünya üzerindeki 26. yılımdan bir gün geliyor. Parmaklarımı ilk defa klavye üstüne koyduğum bir Gazete bürosu….
O tarihin üzerine birkaç yıl daha koyuyorum.
Bakmışım bilgisayar öğretmeni olmuşum.
Üzerimde tayyör- ayaklarımda da sandalet…