26.4.06

............... (Windows, İzmir ve Shakespeare üzerine… )

Windows hafızadan çalışır… İşte bu yüzdendir ki yeni bir program yüklediğinizde sistemi kapatıp yeniden açmalısınız. Yoksa zavallı PC’niz yeni geleni algılamadığı gibi eski halinde bir değişiklik olduğuna dair en ufak bir şüpheye bile sahip olmaz.

İzmir’e gittiğimde kendimi Windows gibi hissettim. Demek henüz kendimi kapatıp açmamışım. (bu yüzden henüz İzmir'den taşınmamışken çekilmiş bir fotomuzu koydum. Nehir henüz 7 aylık iken) Sanki hala orada yaşıyorum da sadece bir 1 haftadır falan kendimi sokaklara vurmamışım… Bu duruma en büyük kanıt da uğurlarına özlemden (hala) çooooook göz yaşı döktüğüm ama yine de beni tolare etme sınırlarını sürekli bodoslama vuruşlarla zorladığım ailemi şehrimde kaldığım süre boyunca sık sık haşlamamdır…

Hayatta en çok sevdiğim birkaç kişi içindeler oysa.

Zaman zaman düşünürüm, neden sadece ben değil, tanıdığım herkes annesi ile babasını diğer insanlardan daha çok yıpratır acaba diye… Acaba bunun nedeni hayatın bize “sunduğu” hayal kırıklıklarının sorumlusu olarak bizi dünyaya getirene(lere) kusmak istediğimiz bilinçaltı temelli bir öfke midir? Çok süper bir hayat resmi çizenlere inanmak gelmiyor içimden. Kusura bakmayın. Sanırım bu dünyaya gelen de pişman gelmeyen de. Mutluluğun hedeflenen veya hedefletilenlere ulaşmakla da alakası yok. Var olmak başlı başına bir kriz. Ne demiş kuklası Hamlet vasıtası ile Shakespeare usta: Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu…

Bir İzmir’e gittim geldim klavyeden neler dökülüyor bak…

Yine sevgili buhran Hamlet’den ya da aslında Shakespeare’den devam edelim. Demek isterim ki ben, yarattığı karakterleri aracılığıyla ifade ettiği fikirleri ve hayat felsefesinin kayıtlı bulunduğu binlerce kelimeyi barındıran o kadar eserine rağmen zavallı Shakespeare sadece bir cümle ile anılır hep: Olmak ya da olmamak!

Oysa bir insanı tanımak ya da tanıdığını zannetmek gibidir bu durum. Deşsen, gerisinde ve berisinde, göz bebeğinin tam arka yerinde, hatta biraz üstte gri ve büklümlü, o hani sadece glikozla beslenen ve kendi kendini bir türlü çözememiş beyin denen muammanın da bir yerlerinde ve hatta korteks mi derler nedir onun da altında ya da üstünü bilsek altını bilemediğimiz bilinçte ne çok derinlik, incelik ve kırılganlık vardır. NE eşsizdir aslında “gıcık!” diyerek, “gerzek!” diyerek “embesil!” diyerek bir kalemde silip attığınız kişi.

“Olmak ya da olmamak” girişi muhtemelen sizde yukarıdaki olumsuz duygulardan hiç birini uyandırmadı. Benim de demek istediğim şey o değildi zaten.

Ötesi var, demek istemiştim. Ve ötesi başlığından da güzel… İlk sözlerinden de güzel. En bilinen, en havalı kısmından da güzel.

Şimdi dinleyin, yüz yıllar evvel göçüp gitmiş bir adamın kaygıları konuşuyor:


Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! Demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasının iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
VE nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı.


ya da zamanında diyenin dediği gibi:"to be, or not to be, that is the question:-whether `tis nobler in the mind, to suffer the slings and arrows of outrageous fortune;or to take arms against a sea of troubles,and, by opposing, end them?-to die,-to sleep,-no more;-and by a sleep, to say we endthe heart-ach, and the thousand natural shocksthat flesh is heir to,-`tis a consummationdevoutly to be wish`d. to die;-to sleep;-to sleep! perchance to dream;-ay, there`s the rub;for in that sleep of death what dreams may come,when we have shuffled of this mortal coil,must give a pause: there`s the respect,that makes calamity of so long life:for who would bear the scorns and whips of time,the opressor`s wrong, the proud man`s contumely,the pangs of despis`d love, the law`s delay,the insolonce of office, and the spurnsthat patient merit of the unworthy takes,when he himself might his quietus makewith a bare bodkin? who would fardels bear,to grunt and sweat under a weary life;but that the dread of something after death,-the undiscover`d country, from whose bournno traveller returns,-puzzles the will;and makes us rather bear those ills we have,than fly to others that we know not of?thus conscience does make cowards of us all;and thus the native hue of resolutionis sicklied o`er with the pale cast of thought;and enterprises of great pith and moment,with this regard, their currents turn awry,and lose the name of action.-soft you now!the fair ophelia:-nymph, in thy orisonsbe all my sins remember." Posted by Picasa

No comments: