26.4.06


..........(Hayatın Gerçekleri ve Edebiyatın Nimetleri Üzerine...)

Önceki yazı biraz kasvetli oldu galiba. Ama ne yapalım insanı insan yapan hep maymun gibi kaygısız ve şen olması değil kabul edersiniz ki…

Anlatanne her ne kadar Nehir için gibi gözükse de adı üstünde anlatmak için, “rahatladım, oh be!” demek için. Fakat yine de kıyısından köşesinden Nehir’e değmesi gerekiyorsa bir yazı bu konuda hiç bir zaman söyleyecek sözsüz kalmam ona göre.

Önceki yazı kasvetli oldu derken yazım bitti sanmayın. Bitmesi için Nehir’in uyuduğu odaya girip Hamlet’i almam ve tamamı ezberimde olmayan tiradı yazının sonuna eklemem gerekiyordu. Yaklaşık yarım saat sonra, kızım uyandığında odaya girmeye ve kitaba ulaşmaya hak kazanacağım. Ama tiradı yazıma eklemek için önce bir Nehir’in gönlünü etmeli, yedirme-yememe (ruhsal) itişip kakışmasını yaşamalı ve Nehir oyuncaklarına daldığı bir anda bilgisayarın önüne seyirtmeliyim. İşte ondan sonra yazım tam olarak bitecek. Bu arada ben çok afedersiniz ama mutfağa her girdiğimde saat 20:00’den önce kapı önüne koyamadığımız çöpten buram buram sızan kaka kokusuyla Nehir’in, yetinmek zorundayım…

Temel demiş ki doktora, kolumu geriye doğru atıp havada şöyle bir döndürüp sonra ileri doğru uzatınca fena halde ağrı saplanıyor. Doktor da demiş ki, kardeşim yapma o zaman o hareketi. Son söz Temel’in: E doktor bey ceketimi nasıl giyecem o zaman?

Yani eğer Mutfağa girme o zaman diyen varsa diye anlatıyorum…E yemeği nasıl yapacaz o zaman. Durum o kadar da vahim değil, üzülmeyin.

Aslında size Hamlet’den bahsetmek istemiştim laf karıştı.

Sinema tarihinde 50 küsür Hamlet var. En iyi Shakespeare icracısı olarak bilinen Sir Lawrence Olivier bir yana benim asım Mel Gibson. 1990 yılında Zefirelli’nin yönetiminde çekilen bu versiyonu yalnızca 2 kez seyrettim sinemada ama bir dönem gazeteye giderken walkmande benim gibi bu filme tutulmuş bir arkadaşın kasede çektiği film seslerini (ve repliklerini şüphesiz) yüzlerce kere dinledim…Bir Ralph vardı Turkish Daily News’a konuk yazar olarak yazan, bana bu gidişle ondan daha iyi İngilizce konuşacağımı söylemişti. Kehanet gerçekleşmedi tabi…

90’dan bu yana 16 yıl geçti. Hamlet’den bu yana sevgili Mel öyle yaşlandı ki artık kafayı dini filmlere yoruyor (bu bir latife arkadaşlar- adam zaten her daim sıkı bir katolikti, yok değilse insanın 7 çocuk yapmak için kafayı yemiş olması gerek :))

16 yıl geçti dedim, ama ben filmi hala unutamadım. Bir çok sahnesi gözümün önünde ama nedense bildiğiniz sebeplerden (kral babasını kulağına akıttığı zehirle öldüren amcasının hem tahtı hem de aslında ödipal bir tutku ile sevdiği annesini elde etmesine fena halde bozulan prens Hamlet hakkında bir hikaye işte….) ötürü öfke krizine giren Hamlet’in kılıcını yere sürte sürte, ona yüklenerek ve söylenerek yürüdüğü sahne nedense çok hoşuma gitmiş, hiç unutmadım.

Zamanında çok aradım filmi sağda solda, yok yok yok. Benim Hamlet tutkumu bilen Ertunç bir gün Çankaya’da bir cd’ciye girmiş Hamlet’i sormuş. Adam raf altından bir cd çıkarırken bir yandan da
-var olmaz mı abi, diyormuş.

Eşim bi bakmış film söylemesi ayıp bir türden.
Demiş ki kibarca :
-benim aradığım Mel Gibson’un ki

Adam da demişki
-Bilmiyom abi Mel Gibson porno mu çevirmiş?

Derviş - fikir ve zikir meselesi tabi…. (Dervişin fikri neyse zikri de odur derler ya)

Valla adamın dediğinden olmasın da Hani Zefirelli’nin, 90 yapımı Hamlet’i var ya, elinde olan varsa bana gönderse ya… Posted by Picasa

No comments: