17.4.09

Sinapslar ve kararsız kalmış analar üzerine...




Elim kolum sandoviç ekmekleri, yulaf ezmesi ve domates suyu gibi bilimum paket ve kutularla dolu halde raflar arasında dolanırken, nerden geldiği belirsiz bir emre bilinçsizce itaat edermiş gibi rotamı hızla değiştiriyorum. Şimdi çocuk kitapları raflarının önündeyim. Normalde olması gerektiği şekilde elime alarak değilde, gözlerimle bir kitap seçiyorum kızıma. Hani on parmağında on marifettten kasıt bu mudur bilmem ama boşta kalan parmaklarımdan ikisinin arasına “başarıyla” kıstırıp kitabı, aceleyle kasa önüne seyirtiyorum.

Kucağımı dolduran diğer tüm gıdalardan çok daha elzem bir “gıda” bu iki parmağım arasındaki...

Babası ile alışveriş merkezinin koridorlarında dolanan kızım, elimdeki torbalara iştahla atılarak beklediğim soruyu soruyor:
“Bana şeker aldın mı?”

Ona kitabı uzatıyorum.

Ne mutlu bana, kitap şekerden daha değerliymiş gözünde.

Çocukla ilgilenmenin sınırları üzerine karışık duygular içindeyim. Çok değil yarım saat kadar önce arkadaşım, kızımın az çok okumayı sökmüş olduğunu farketti. “Vitrindeki yazıyı söktüm sökecem,” seviyesinde bir minik kıza odaklanmış iki kadın olarak biz, ve bizim o anki konuşmalarımız farkettim ki bende gurur yerine rahatsızlığa benzer duygular tetiklemekteydi.

Az çok savunmaya geçmiş buldum kendimi. Oysa ortada ne suçlayan vardı ne de suçlanan.
Çünkü sevmiyorum ben hırs küpü anaları. Ve çünkü sayılmak istemiyorum onlardan biri. Ve çünkü inanıyorum ki nasıl olsa hayatta herşey zamanı geldiğinde zaten olacak, okumayı sökememiş çocuk elbette kalmayacak. Ancak iki paragraf yukarı tekrar çıkarsak eğer “Çocukla ilgilenmenin sınırları üzerine karışık duygular içindeyim” ben...

Çünkü ben bir de ilgilenilen fidanların çok daha güzel çiçekler açtığını biliyorum. Ve bir de ben zeka denen kavramın beyindeki hücreler arasında ne kadar çok sinaps (bir nevi bağ) oluşup oluşmadığına bağlı olduğunu duyuyorum. Ve bir de ben sinaps denen değerli “şeyciklerin” belli bir yaştan önce çocuğa sağlanan bol uyaranlarla bereketlendiğini okuyorum (orda burada).

Bu durumda yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal.

Devir sıradanlık devri değil. Ne güzel anlatıyor bunu Alain de Botton.
Sıradanlık üzerine böylesi net bir tanımlama fazla söze yer bırakmıyor. Bir ananın bilinçaltı haykırıyor :" Çoğalın sinapslar, yayılın sinapslar, sinapsına bereket evlat!"


Uzun bir günün sonunda kızımla yanyana yatağa uzanıyoruz.

Yepyeni kitabımızı açıyoruz.

Her resmin altında tek tek ismi yazıyor. Kızım kimin okuyor, kimini tahmin ediyor... Kitabı alan ben!


İşte bu yüzden kızımın okumayı kendi kendine söktüğünü söyleyemiyorum. Ve sökmediğini de...

İşin içinde onun çabası da var, benimki de....


Diyorum ki soranlara; çocuk bir şeyi istemeden- sormadan verilmesi taraftarı değilim, ama soruyorsa ve istiyorsa (öğrenmek) öğretmeye hazırım.


Okumayı sökmeye hevesli çocukların analarına öneriyor, istememişlerinkine önermiyorum :)



Alain de Botton'un kitabını okumak isteyene :




No comments: