20.5.08


Aslı bana bir dergi getirdi. Adı Amargi.

“Biliyor musun Aslı, hayalimde ne var, sen- ben, şöyle birkaç arkadaş daha bir feminist dergisi çıkarsak, ne güzel olur değil mi?”
dedim, dergi elimde.

“Evet, iyi olur aslında,”
dedi Aslı. Ama bilmiyorum, belki inanarak onayladı beni, belki kendine kendisi de inanmadı…

Dergiyi tutma görevi sol elimin iç kısmına, sayfaları inanılmaz bir hızla çevirme görevi ise yine aynı elimin başparmağına aitdi. Dergi, içeriksel sorumluluklarından bertaraf, zamanın o anında yüzüme doğrıu güzel bir esinti verdi. Çoçuklar paketlerin başına çökmüşlerdi. Salon, öğretmenleri laklakta kreşlerin o darmadağın oyun odaları gibiydi. Anne olduğumu anladım, ve arkadaşlarımın da birer anne olduklarını. Zaman değişmişti, cepheler değiştirilmişti. Artık bir 5 dakka daha oyun hakkı talep edenlerden değil, talep edilenlerdendim- dendik.

Evin her köşesinde, önünde – ardında, bahçe çitinde, meyve ağacında, oradan oraya “hoppa zıppa” yavrum dur, eyvah bardak kırıldı basma, bir kaşık daha yiyeceksin, ne? bira mı, bira içmez çocuklar ama, ay in oradan düşeceksin, dur sana güneş kremi süreyim yanma, seni akça pakça, ay bu komşu çocukları da nerden çıktı şimdi başıma , ay durun bir dostumla konuşacam , dağılın bakayıııııım, derken vakit tamam oldu. Taksicinin saati “12’yi vurdu! Saat 17:30 arabasına yetişecek İstanbul yolcuları yola koyuldu…

Selin getirdiği mil gibi bir yığın kültür ürünü bıraktı gerisinde Aslı , gitti… En son bahçede gördüğüm sulu boya setleri (bilmiyorum hala bahçede mi duruyor, gidip bakmalı), profesyonel bir ressamın gözlerini parlatacak fırça setleri, bir yığın büyüğe küçüğe cdler, aile oyun kutuları, stickerlar, elbiseler, yağmurluklar ve bir de dergi: Amargi…


Amargi Sümerce Özgürlük demekmiş. Hani insan en çok neyin hasretini çekiyorsa onu koyar ya evladına ad olarak, hani SILA gibi, DOĞA gibi, 74’de ZAFER gibi, BARIŞ gibi… İşte bir avuç kadın toplaşmışlar , feminist bir dergi kurmuşlar adını da “özgürlük” koymuşlar: AMARGİ…

NE güzel bir dergiymiş, tam bana göre dedim akşamın sakinliğinde, hızı daha azalmış bir başparmağı turundan sonra derginin üzerinde… Ama tam olarak okumadım elbette. Gece girdi araya, yarı huzursuz uyudum sırtımda içi vicdan azabı dolu bir küfe.
Yarın bana tatil ama kızımın kreşi açık, göndermeli mi göndermemeli mi, göndermeli mi göndermemeli mi?

Sabah oldu.
Göndermeli.

Kreşten istemişler bir yığın ihtiyaç malzemesi. Ha bir de tatile girerken yıkansın diye gönderilmiş çarşaflar – yorganlar vs. Servise önce iki koca torba koydum içlerinden tuvalet kağıtları, mutfak havluları, sıvı sabunlar, ıslak mendiller, temiz çarşaflar, çarşaf altı özel naylonlar sarkan. E sonra da kızımı…

Ev dağınık, ama ruh da avare… Henüz kahve kokmuyor mutfak, içimden bir şey yapmak gelmiyor belkide bu nedenden sırf. Kadınlığın beni en çok mızırdatan vechelerine sırtımı dönüp de “özgürleşmeliyim” biraz.

Dergi yoğun.

Dergi hani benim de dilime pelesenk şeylerden bahsediyor. “Kadın,” diyor “hem dış dünya da hem de evde çalışmaktadır,” diyor. “Buna rağmen herkeslerden az kazanır, ve ekonomiye katkısı hiçe sayılır, sigortasızdır, güvencesizdir, yıpranma payı ise hiç yoktur,” diyor. Sonra pozitif ayrımcılıktan bahsediyor. Yeni sosyal güvenlik yasasından bahsediyor… “kadını iyice dibe çökertecek, iyice erkeğe bağımlı hale getirecek,” diyor.
Amargi diyor, ben aval aval dinliyorum… Ben gözlerimi alamadıkça satırlardan, Amargi iyice coşuyor, kendi cümlelerimle anlatması zor detaylar veriyor. Önerilerde bulunuyor. “Eyvahlar olsun, benim zannettiğimden de vahimmiş kadın olmak,” diyorum. Ve bir de zannettiğimden de yüce bir görevmiş feminist olmak….

Aklımdaki fikir üzerime yük oluyor.
Yok yok ben çıkaramam bir feminist dergisi. Öğrenmem gereken daha çok şey var kadının erkeklerin nezdinde “insan” statüsüne konması için atılması gereken ekonomik-politik adımlar hakkında.

Ben şimdilik olsa olsa evimde ve küçük çevremde çemkiririm zaman zaman: "Evlenirken imza mı attım tuvalet çöpünü hep ben boşaltacam diye," gibi- hepsi bu…

Aklıma gelmişken dergiye düşündüğüm ad “FEM”…
İsteyen istediği gibi kullansın, ama lütfen kullananlar benim gibi tatlı su feministi olmasın….

2 comments:

asliberry said...

Binnur ben günün 48 saat olmasını diliyorum. Ve bir de 2 saatlik uyku yeterli olsun. Bu arada benim photoshop'um biraz farklı. Mesela gözü renklendiremedim. O kementler bende düzgün işlemiyor. Kırpma aracında da bir tuhaflık var ama sıvılaştırma harika çalışıyor:) Sabah 3'te fazla kurcalayamadım ama bu akşam bir aksilik olmazsa yüze çiçek yerleştirmeyi deneyeceğim. Binnur bana ne harika şeyler öğrettin ya. Beni nasıl mutlu ettiğini anlatamam. Bak ben daha ne kitap ayraçları yapacam. Hepsi senin sayende.

Anonymous said...

böyle dergileri okumaya korkuyorum. derinlere gizlemeye çalıştığım duygularım güçlenecek de alıp başımı gideceğim bu ellerden diye...
sevgiler
kulpsuz