25.5.07

“Bilmeden” Prenses Sendromu

Eski Türk filmlerinde kötü anne imajı yaratmak çok kolaydı.

Sigara dumanları arasından seçilen kabarık saçlı 4-5 sarışın kadın, ve ortalarında bir de konken masası.

Kenarda ilgi bekleyen masum yavrucağı da unutmamak lazım. Hatta o çocuğa “illaki” adını takasım var. Bu “illaki” çocuklar Küçük Ömer, Sezercik ve ilerleyerek görüntü kalitesi düşen yıllarda küçük Emrah bakışı olarak özetlenebilecek bakışlarla bakmakta pek bir maharetliydiler.

Kaşlar burun kökü ile birleştikleri noktada alına doğru yükselti yapmış, dudak hafif titremekte. Ve “İllaki” soruyor :

“Anne, ama babam gelmeyecek mi?”
Ya da
“karnım acıktı benim!”

Bu cümleler aslında hiç de içerdikleri kelimeler silsilesinin işaret ettiği anlamları içermiyor.
Her cümle birbirinden faklı olsa da hep aynı anlama geliyor: “Anne benimle ilgilen !”

Konken kağıtlarını tutan el, ya da kırmızı ojelerin sabırla sürüldüğü parmakların sahibi ya “nerden de çıktı bu velet şimdi. Ne güzel dalıp gitmiştik kağıtlara,” bakışıyla,
ya da
“doğurduysak doğurduk- e ne olmuş yani, göbek bağımızı doğumda kesmemişler miydi?” kaş kaldırışıyla,
ya da
“ne yapayım her senaryoda bir vamp ve adi kadın vardır, bu fimde de bu görev bana düştü, kahretsin ki Filiz Akın gibi bir masum suratım yok!”
göz süzüşüyle İllaki’ye dönerdi- nihayet.

Konuşmaktan çok tıslamak olarak tanımlanabilecek bir eylemle

“Ocakta yemek var, git ye,”

Ya da

“Baban olacak o herif evin yolunu unutalı çok oldu,” türü verilmemesi verilmesine yeğ cevaplar verirdi…

Bizler çok üzülürdük.

Zannettik ki konken kötü bir şeydir. Konken oynayan anneler çocuklarını ihmal eder..

Yok tabi öyle bir şey. En azından yukarıdaki önermenin parçalarından biri değişmez değil.

Parçalar ve çözümlemeleri:
İlgi hırsızı: Konken
İlgi vermesi gereken:Anneler
İlgi bekleyen: Çocuklar

Aslında yukarıdaki parçalardan hiçbiri sabit değil.
Gelin önermeyi baştan ele alalım.

İlgi hırsızı: Bilgisayar
İlgi vermesi gereken Anne (veya baba)
İlgi bekleyen: Çocuk

İlgi hırsızı: Bilgisayar
İlgi vermesi gereken :Koca
İlgi bekleyen: Karı (bu son iki parça yer değiştirebilir)

--
Ben iyi bir anne miyim?
Bilmiyorum.

Tüm bunlar, yazının başından beri anlattıklarım ama, az önce elimi kafama attığımda bir film şeridi hızıyla gözlerimin önünden geçti. Çünkü elime çarpan bir taçtı. Her şeyden öte bir çocuk tacı, daha da kötüsü süslü bir prenses tacı…

Aman allahım korkunç.
Teybi hızla başa sardım.
Acaba Nehir’in deyimiyle “annnnnaannnnnnuuuuuuu”dan gelen içi çikolatalar sakızlar ve şekerlemeler dolu kargoyu getiren adama kapıyı açtığımda kafamda ne vardı?

Eğer kafamda prenses tacı vardıysa bunun avuntusu kafamdaki tacın boynuz ve kulak takılı taç olmamış olması olabilir miydi?

Gibi gibi gibi.

Önümdeki masa bir bilgisayar masası, konken değil. Ellerimde kırmızı ojeler yok. Çünkü bilen bilir kırmızı ojeler sudan nefret eder. VE hatta kırmızı ojeler bir nevi statü sembolü gibidir. Ve yine bilen bilir ki bir 2,5’luğun annesi parmaklarını tuşlara basmadığı zamanlarda mutlaka ama mutlaka suya basar. Hele ki evlat tuvalet eğitimini yeni alıyorsa…
Ayrıca kabartılmış saçlı sarışınlarla da çevrili değilim. VE şükürler olsun ki son senelerde ağzımdan çıkardığım tek “duman” olsa olsa soğuk havalarda kedi – köpek, çocuk bebek herkesin ağzından çıkan türde bir dumandır (su buharı diyelim).

Fakat yine de hayatımda bir “İllaki” var ki (hayatım boyunca illakim olsun) ben klavyenin tuşları ile yakın temasa geçtiğimde gelip gelip ellerime bir şeyler tutuşturuyor.
Bazen kucağımda oyuncak bebekler buluyorum, bazen kafamda prenses tacı. Bir kısmını aldığımı ya da taktığımı az çok hatırlıyorum. Bir kısmını ise itiraf etmeli ki pek değil.

VE her ne kadar yaptığım iş bir şeyler üretmek maksatlı olsa da kendimi konken masasındaki vamplar gibi hissediyorum. Elimdeki taç dile geliyor ve bilin bakalım bana ne diyor?

“Anne benimle ilgilen !”

6 comments:

asliberry said...

Binnur çok güldüm, hele dün Miso'nun feci bir anısını okudum, orada da anneler konken oynuyordu, şimdi sen bunu yazınca tam oldu.

Ya Nehir'in böyle kaç tane prenses tacı var ayol?

Anonymous said...

tuvalet eğitimiyle ilgili edebi bir yazı yazabilir misin? bana iyi gelecektir, üç günde çöktüm de.

elektra said...

binnur,
ben de bir kitaba, bir filme ya da aynı senin gibi klavye aracılığıyla bilgisayara daldığımda, önümde notlar buluyorum. seni seviyorum diyen, kalpler kuşlar çiziktirilmiş notlar. önce kitabı yakıp filmi -dvd dir çoğu zaman - kırıp bilgisayarı paralamak geçiyor içimden. kendimi çok sevdiğimden kendime bir şey yapmayı yemiyor gözüm:)
sonra sıpanın kendi ilgi alanlarına daldığı zaman beni nasıl siliverdiği, yanına gidip sırnaştığımda nasıl suratıma bakmadan, havaya öylesine öpücükler atıp beni başından savdığı falan gelince, ' hadi leynnn' diyorum. gözümün damlasını silip gidip onu gıdıklıyorum. o gülüyor, ben gülüyorum, oluyor ve bitiyor. velhasıl azizim, bu veletler kalp damarları anatomisini iyi biliyor. işlerine geldiği zaman da kanatıyor. yemeyelim ey anneler. biz onları seviyoruz. sıpalar da bunu çokkk iyi biliyor....

not not not: şimdi aslı'nın sayfasında okudum. kitabın çıkar çıkmaz alacağım. imza işi içinse, artık fuar muar bir yerde bulurum seni. tebrikler...

pecete said...

İnanılmaz noktaları yakalayıp, ortaya ve yüzüme "bammm" diye vuran bir yazı oldu. O benle oyun istediğinde kıyamet kopabiliyor ama ben onla oyun istediğim "mümkün değil" bakışı ile karşı karşıya kalıyorum. Çözüm; sanırım taşlar kendi kendine yerine oturacak! Sevgiler...

Anonymous said...

ASlıberry'den geldim buraya. İyi ki gelmişim. Çok beğendim yazılarınızı.

Nihan said...

Binnur aynı durum bizde de var. Ne zaman ben kendi işime dalsam, Nazlı hemen etrafımda dönemeye başlıyor.
Kitabını da çok tebrik ederim bu arada, ilk fırsatta alacağım.