Öteki kıtadan bir anne yazmış, ben de onun sayesinde öğrendim; Meğer Harry Potter’ı J.K. Rowling’in bebeğinin uyuduğu saatlere borçluymuşuz.
Kafede, henüz adını dünyaya duyurmamış bir kadın, yanı başında bir bebek arabası ve içinde mutlaka ama mutlaka uzun süreli ve huzurlu bir uykuya yatmış bir bebek… Kadın tıkır tıkır yazmakta… Kulağa çok hoş geliyor… Ama aynı zamanda imkansız.
Bu son cümleyi hayat hakkındaki saptamalarımdan biri ile parçalayıp- dağıtmak istiyorum.
Aramaya başladın mı bulamama riskin olmayan tek şey BAHANEdir…
Bir şeyi yapmak için değil de yapmamak için aranan şey hani. Eminim tanıdık geldi..
Ama bahane yaratmanın direnmesi zor bir çekim gücü vardır. Çünkü eyleme geçmektense oturup o eyleme neden geçemeyeceğinize dair kafadan bir liste çıkarmak daha kolaydır. Dünyada tescillenmiş bir isime sahip tek martı, Jonathan Livingston gibi olsak, düşündüğümüz anda düşündüğümüz yerde olabilecek kadar kendimizi ve elbette evrenin yasalarını aşmış olsak sorun kalmayacak.
Kafede, henüz adını dünyaya duyurmamış bir kadın, yanı başında bir bebek arabası ve içinde mutlaka ama mutlaka uzun süreli ve huzurlu bir uykuya yatmış bir bebek… Kadın tıkır tıkır yazmakta… Kulağa çok hoş geliyor… Ama aynı zamanda imkansız.
Bu son cümleyi hayat hakkındaki saptamalarımdan biri ile parçalayıp- dağıtmak istiyorum.
Aramaya başladın mı bulamama riskin olmayan tek şey BAHANEdir…
Bir şeyi yapmak için değil de yapmamak için aranan şey hani. Eminim tanıdık geldi..
Ama bahane yaratmanın direnmesi zor bir çekim gücü vardır. Çünkü eyleme geçmektense oturup o eyleme neden geçemeyeceğinize dair kafadan bir liste çıkarmak daha kolaydır. Dünyada tescillenmiş bir isime sahip tek martı, Jonathan Livingston gibi olsak, düşündüğümüz anda düşündüğümüz yerde olabilecek kadar kendimizi ve elbette evrenin yasalarını aşmış olsak sorun kalmayacak.
Ama düşünce gücüyle peynir –ekmek gemisi yürümüyor…
Durun bir dakika, yürüyor mu yoksa…
İşte J.K Rowling, işte yazarın peynir ekmek gemisini ziyadesi ile yürüten Henry Potter…
Yazı para ekseninde dönmeye başladı. Durup kendimize gelelim. Evet, para her şey değildir, ama çok şeydir, bunu biliyoruz. Peki, o halde bir hesap yapalım.
Senelerce çalışıp dış dünyada da varlık gösteren, kendini dört duvara değil de şu veya bu şekilde dünyaya da ifade edip rahatlayan kadınlardan bahsedelim biraz.
“Kendini ifade etmek” deyip geçmeyin. Dünya bu kavramın çevresinde döner. 1 yaşındaki bir çocuk konuşamadığı için 2 – 3 yaşındaki çocuğa göre daha sinirlidir, bir yazar bir eser ortaya koyamadığı dönemlerde gizliden gizliye öfkelidir, bir ressam “neden resim sanatı?” diye soranlara “çünkü kendimi bu şekilde ifade edebiliyorum” demektedir vs. vs. vs.
Hayat denen altın nehrinden 5 duyu kevgiri ile topladıklarımız vardır. Yaşadığımız sürece bu nehrin başında elimizde kevgir, çamur, çer- çöp arasından altın tanecikleri seçmeye çalışırız… Elimizdeki çamur deryasına bakarken bakarken bir de bakmışız dalıp gitmişiz…Yaptığımız şey hayatın iyi yönlerini görmek isterken daha da çok pisliğine bakmak gibidir…. Ve bu, hayatı irdelemeyi getirir. Hayatın sana yaşattıklarını, düşündürdüklerini, hissettirdiklerini paylaşmak istersin çevrenle. Çünkü gördüklerin yeni bir “sen” yaratmıştır. Bu sen, senden de öte bir sen olup dile gelmek, kendini ifade etmek ister.
İfade denen şey işte tam budur. Yaşamak- yaşıyor olmak. Yaşamın kilden bir hamurmuşçasına yoğurup biçimlendirdiği yeni seni dile getirmek… Ona “anlattırarak” bir daha hayat vermek.
-- / --
Sonra,
Sonra o kadınlar evlere kapanırlar.. .Hayat böyle başlamış olsaydı, işler daha kolay olurdu… Hayat daha hareketli başlamıştı, daha çok “ifadeci”yi dinlerken ve daha çok ifade ederken kendini…
Hani yazının başında bahsettiğim kadının ki gibi. Ama bahsettiğim Rowling değil, onun hikayesini bana aktaran kadın. Kim mi o? O, annelik nedeniyle bir nevi erken emekliye ayrılmış olan eski bir snowboardçu. Hem de öyle böyle değil, bir olimpiyat katılımcısı (derecesi var mı bilmiyorum- ancak yarışmacıların ezberi bir lafa başvurmak istiyorum “önemli olan katılmaktı”).
-- /--
Yaşanan bir evi yaşanmıyor havasına sokmaya çalıştığım sıradan bir gündü…
Demem o ki bulaşık makinesini boşalttığım, kızımın altını defalarca değiştirip temizlediğim, çamaşır makinesine birkaç kez çamaşır atıp çıkarıp astığım, tavuğu ateşe vermeden yağlı derisini kestiğim, tozu alıp eve makine tuttuğum, alışverişe gidip aldıklarımı yerleştirdiğim, kedinin mamasını- suyunu kontrol edip kumunu temizlediğim, parça tesirli bomba atılmışvari yerlere saçılmış oyuncakları ve elbette yatakları topladığım, bir gündü yani.
Bu “düzen” de, “evde olmak durumları” da benim tercihlerim. Fakat işte seneler beni ben yaparken içimde bir çok çiçek yeşertmiş. Bunlardan biri “kendi ayakların üzerinde durma”, bir başkası “kendini ifade etme” çiçeği. Kendine bir aile kur- canından bir parçayı dünyaya getir çiçekleri güneşe yüzünü dönüp açarken sanıyor musunuz ki ilk iki çiçek hayata küsüp sırtını güneşe dönüyor. Dönmüyor elbet…
Dediğim gibi sıradan bir gündü. Evi az çok yaşanmamış gibi yapabilmiş evin içinden dünyaya açılan penceremin önüne, bilgisayar başına oturmuşum.
Öteki kıtadan bir anne, Betsy, hani şu eski olimpiyat katılımcısı kadın ışıklı ekrandan bana bir şeyler anlatıyor… Fark ediyorum ki onun da içinde aynı çiçekler açmış. Bu çiçeklerden kendini ifade etme isteği ve bir de temelde aile bütçesine katkı niyetli bir kendi ayakları üzerinde durma isteği kokusu geliyor buram buram.
Betsy çok şey anlatıyor. Rowling’e imrenmiş- aklının bir köşesinde temizlenmeyi bekleyen bir mutfak, diyor ki Betsy "Temizlikçi bir kadınım ve bir sondam olsa Pulitzer ödülünü kazanabilirdim. Hazır kızlardan biri okulda biri de beşikte uyuyorken neden yazamıyorum ben? "
Annelik kavramının keskin köşeli gerçekleri ile yüzleşen Betsy önceki hareketli ve “ifade” dolu hayatına duyduğu derin özlemle evde olmasına değecek bir çalışma, bir uğraş arayışı içinde…
Sonra kız kardeşinin bir lafı vasıtası ile hem bize hem de kendine bir başka gerçeği hatırlatıyor…
“Pes et artık, evde bebeklikten yeni çıkmış bir çocuk var, ve senin zaten pestilin çıkmış durumda!”
Betsy’ye göre “pes etmek” bir anneye verilebilecek en güzel ancak gerçekleştirilmesi en zor önerilerden biri
Gün ortasında bir arkadaşı arayıpta ne yaptığını sorduğunda Birleşmiş Milletler’e Darfur krizine çözüm önerisi yazmakta olduğu gibi önemsenecek şeyler söyleme isteğinde olan Betsy için pes etmek ve kendini anneliğin "sıradanlığına" teslim etmek oldukça zor. Kabul edin Betsy yalnız değil!
Uzun yazısı dahilinde zaman zaman aynen benim gibi konuşuyor hatta.
"Burada olmayı ben seçtim, o halde ne diye başka türlü bir şey için didinip duruyorum?"
Ne ikilem! Oturma odasını terk etmeye henüz hazır olmadığının bilincine sahip olduğu o ilk annelik günlerinde bile sağa sola çok iş başvurusu yapmış Betsy.
O dönemler başvurduğu tüm işverenleri böylesi bir kadını işe almayacak kadar ileri görüşlü olarak tanımlayan Betsy nihayetinde çocuğu 1,5 yaşına geldiğinde part time bir öğretmenlik işi kapmış…
Kısa zamanda Amerika’da yaşayan “dostum” fark etmiş ki iş yarım gün olabilir, ama talep ettiği zaman bir güne yayılıyor. Sonuç: elde var yarım gün maaş çeki, elden gitti tam gün çocuk bakım faturası…
Hiçbir şeye yetişemez hale gelen Betsy durumunu kısa ve öz bir şekilde tanımlıyor: “suçluluk hissi ile dolu vasat bir anne ve suçluluk hissi ile dolu vasat bir öğretmen olmuştum…”
Varlık gösterdiği her yerde vasat bir tablo çiziyor olmaya daha fazla dayanamamış olmalı ki Betsy tekrar eve dönüyor. Elbette en azından bir yerde iyi olmak için...
Bana sorarsanız her iki konumda da süper olan kadınlar var. Ben onlara hayranım.. Tekrar dönelim Betsy’ye…
Uzun yazı rahatlık ve kabulleniş dolu bir paragrafla bitiyor. Bunun nedeni bana sorarsanız kadının 5 yaşındaki kızının bir lafı: Sen artık bir öğretmen değilsin çünkü bir yazarsın!”
Neydi o hesap arkadaşlar?
Betsy yazarı olduğu Parent Center’dan ne kadar para kazanıyor bilemiyorum. İşin para kısmıyla hiç ilgilenmediğini sanmıyorum. Ancak denklemin üst hanesindense kalan hanesine gözünün daha çok gittiğine ne kadar da eminim diyor ve bu yazıyı da burada bitiriyorum.
5 comments:
Binnur ne de guzel yaziyorsun... Herseye yetismeyi kendine bu denli misyon edinmis ve herkesin aaa delirmissin sen nidalari arasinda dunyaya 1 yil arayla 2 tane can tanesi getirmis olan ben, su denklemi en iyi anlayanlardan biriyim. 'Iki konuda da super olan kadinlar' dan soz etmissin. Sence gercekten var mi boyleleri? Ben sadece benim gibi 'cabalayan' ama sagdaki sonuc kisminin tatmin edici oldugunun cok nadir oldugu kadinlar oldugunu saniyorum...
Binnurcuğum,
J.K. Rowling’in hikayesi çok acıklı gelir bana da, çok beter. Çok fakir ve faturaları ödeyemediği için evinin elektrikleri kesik, yazabilmek için ışığa ihtiyacı var ve bu nedenle cafe'lerde yazıyor.
Ama bu durumda bir sürü de yazar var aslında, yoksa bu uydurulmuş bir hikaye mi? Bir pazarlama tekniği mi? Ben neden böylesi paronayak ve güvensizim? Meslek hastalığı mı dersin?
Bu arada fotoğraf manyak güzel çıkmış. Sana olan rozet sözümü unutmadım, bu fotoğrafı da değerlendirmek isterim. Mehmet'in matbaa'ya gidip rozet fotoğraflarını bastırma dönemleri var, o dönemi bekliyorum.
Sevgili Yummy
bu çaba bile takdirlik bir durum. ve sanırım denklemin diger tarafına takıntımız hem kendimizden hem de cevremizdekilerden takdir almak niyetini taşıyor.
Binnur,
Okudum yazini. Cidden de ne kadar paralel şeylerden bahsetmişiz. Ben de sanırım arkadaşın Betsy gibi olma yolundayım. Yarım zamanlı bir eğitmenlik işi bulmak üzereyim ama bunun bana faturasının ağır olacağının da fakındayım. Ve eğer bu işe başlarsam kısa zamanda vazgeçeceğimden de eminim. Ama sadece bir evin annesi olmak da istemiyorum. Ki bunu da seçen benim. Ne yapacağım ben Binnur???
Post a Comment