Şu aralar peşine düştüğüm yegane dergi “K”.
Peşine düşmek derken, şehir dışında oturduğumuz için “şehre kim inerse bana K alsın,” türü bir tavırdan bahsediyorum.
Fakat hayat arkadaşım bu istekten muaf. Bunun nedeni bir önceki haftanın K dergisi ile bir sonraki K dergisini kapaklarından ayırt edemiyor olması… O nasıl mı oluyor? Basitçe şöyle: Eşim evvel ezel yüz hafızası sıkıntısından muzdarip. Bana anlattığına göre oldukça büyük bir istihdam alanı olan iş yerinde kendisine selam veren bir çok insanı genelde tanımadan selamlıyormuş. Nasıl olsa ve mutlaka tanıyorumdur diyormuş kendine. Ve hatta bu tavrı işyeri sınırları içinde de bırakmıyor sokakta da kendisine verilen tüm selamları “cansiperane” veya planjona atlar gibi karşılıyormuş. Bu elbette güzel bir şey, tabi selam verip (alıp) borçlu çıkmamak kaydıyla…
BU konuyu bir iki cümle ile es geçmek isterdim ama, peşimi bırakmıyor; beni biraz daha anlat diye adeta yalvarıyor bana… Çünkü bu eğlenceli bir mesele…
Yüz hafızası konusunda “engelli” bir adamla yaşamak eğlenceli aslında. Mesela güzel bulduğu artistleri onlar saç modellerini değiştirdiklerinde tanımaması, ve sorulduğunda onların gözlerinin rengini (ve dahi renkli olduğunu) bilememesi güzel bir şey. Böylesi bir kabataslak algı size kendinizi iyi hissettiriyor açıkçası. Çünküüüü, Çünküüüüü sıradan bir ölümlü olarak film yıldızlarının estetik cerrahi, tıp teknolojisi, kozmetoloji ve photoshop olgularından aldığı destekleri alma ihtimalim yok. Peki eşim “son tahlilde kimin gözlerinin rengini hatırlıyor olacak? Elbette benim:”Kahverengi”
Dönelim K dergisine…
Şehre birlikte indiğimiz günlerden birinde, ben mahşer yerini andıran dergici raflarında büyük bir iştahla deşinip hedefime ulaştığımda yüzümdeki zafer ifadesini şaşkınlığa dönüştüren bir cümle çıktı eşimin ağzından:
“Bu dergi sende var. Neden alıyorsun?”
“Nasıl yani?”
“Geçen hafta aldık ya bunu, yenisi çıkmamış işte…”
“Yok yahu, bu yenisi işte.”
“Hadi canım… O halde kapakta niye aynı adamın resmi var?”
“Yok yahu, bu aynı adam değil…”
“olur mu canım pozları bile aynı…”
Mesele anlaşıldı.
Aslında anlaşılmadı.
Küçük bir tereddüt geçiriyorum. Bu kez eşimi abuk subuk konuşturan yüz hafızası ile ilgili zoru olmayabilir. Ben hafızamı kurcalıyorum, hakkaten de geçen haftanın kapak resmi ile bu haftanın kapak resimleri, ve dahi bir çok haftanın kapak resimleri birbirine çok benziyor.
Söylemedim, söyleyeyim.
Gerçi bilenler bilir; K dergisi bir nevi edebiyat dergisi. Her hafta 5-6 yazarın (bazen şairin) hayat hikayelerini anlatıyor. Benim gibi hem biyografilerden, hem güzel anlatımdan hoşlanan hem de yazma eylemine “kısmetse” gerçek bir yazar olarak adanmayı arzulayan bir kişi için bulunmaz nimet anlayacağınız.
Öyküvari bir anlatımla gelmiş geçmiş – ünlü ünsüz (çoğunluk ünlü) bir çok yazarın hayatını size sunan dergi sizin yazarlıkla ilgili ipuçları toplamanıza ve bundan sonra alacağınız kitabın ne olacağını seçmenize bir hayli yardımcı oluyor.
Fakat yazar olmaya çalışan kişilere veya tescilli bir yazar da olsa hala olması gerektiği biçim ile ilgili bilgi toplamakta olan şahıslara bilmeden de sunduğu mesajlar var.
Bu mesajlardan en dikkat çekicisi bana göre şu :
Yazarsan fotoğraf çektirirken vucudunun ve başının alması gereken belli şekiller var (kardeşiiim).
Bu poz genelde doğal ve umursamaz bir postür almanı gerektirse de aslında genelde son derece anti doğal ve çok da umursar (bir tavır sergiliyor)
Bu durumda gözetlenen ve gözetleyen dualitesi gerçekleşiyor. Nasıl mı? Öncelikle dmagoji sevmeyenlere küçük bir uyarıyı borç bilirim: demagoji sevmeyen parantez içini okumasın --- (öyle ya , fotoğraf bir penceredir ve o pencereden bakan gözetleyendir- her ne kadar gözetleme eylemi gözetleme nesnesinin durumdan haberdar olmamasını gerektirse de yazar fotolarında bir istisna var. Çünkü onlar aslında fotoğraflarının çekildiğini bilmiyormuş gibi bir tavır sergiliyorlar. Eh bu durumda fotoğrafa bakan kişi de gözetleyen konumuna düşüyor. )
Parantezi okudunuz ya da okumadınız, özetle sonuç şu: yazar fotoları ben de genellikle gözetleyen suçluluğu yaratır.
Aksi takdirde bir adam fotoğrafının çekildiğini bile bile nasıl olur da elindeki sigarayı bir kenara koymaz (kardeşim)? Hani kendine bir çeki düzen vermez ya da. Ne o öyle saç baş dağınık, genelde objektif harici her yere bakma durumları ve elde mutlaka bir sigara. Es kaza objektife bakılmışsa da ellerden biri mutlaka şakakta ve gözlerde inanılmaz derin bir mana….
En büyük ideallerimden biri olan gerçek bir yazar olmak ( o nasıl bir şey henüz bilmiyorum ya) ile ilgili düşüncelerimi tekrar gözden geçirmem gerektiğine kanaat getirdim ben.
Genel geçer kurallarla yazar olarak anılmam için sanırım sigaraya tekrar başlamam, biri eline fotoğraf makinesi geçirir geçirmez derhal sigara paketime uzanmam. Saçlarımı her daim dağınık bırakmam, hedef harici heryere bakar gibi yapıyor olmam ve o esnada 82. kitabımın konusu ne olsun acaba diye düşünür ifadesi takınmam gerekiyor gibi…
Ancak bu durum bende ideallerim ve aşkım arasında kalmışlık hissi yaratıyor.
Bir şey değil, tabir ve tarif edildiği gibi yazar olmak, eşimin beni diğerlerinden ayırt edemiyor olması anlamına gelecek ki ben buna yokum…
Peşine düşmek derken, şehir dışında oturduğumuz için “şehre kim inerse bana K alsın,” türü bir tavırdan bahsediyorum.
Fakat hayat arkadaşım bu istekten muaf. Bunun nedeni bir önceki haftanın K dergisi ile bir sonraki K dergisini kapaklarından ayırt edemiyor olması… O nasıl mı oluyor? Basitçe şöyle: Eşim evvel ezel yüz hafızası sıkıntısından muzdarip. Bana anlattığına göre oldukça büyük bir istihdam alanı olan iş yerinde kendisine selam veren bir çok insanı genelde tanımadan selamlıyormuş. Nasıl olsa ve mutlaka tanıyorumdur diyormuş kendine. Ve hatta bu tavrı işyeri sınırları içinde de bırakmıyor sokakta da kendisine verilen tüm selamları “cansiperane” veya planjona atlar gibi karşılıyormuş. Bu elbette güzel bir şey, tabi selam verip (alıp) borçlu çıkmamak kaydıyla…
BU konuyu bir iki cümle ile es geçmek isterdim ama, peşimi bırakmıyor; beni biraz daha anlat diye adeta yalvarıyor bana… Çünkü bu eğlenceli bir mesele…
Yüz hafızası konusunda “engelli” bir adamla yaşamak eğlenceli aslında. Mesela güzel bulduğu artistleri onlar saç modellerini değiştirdiklerinde tanımaması, ve sorulduğunda onların gözlerinin rengini (ve dahi renkli olduğunu) bilememesi güzel bir şey. Böylesi bir kabataslak algı size kendinizi iyi hissettiriyor açıkçası. Çünküüüü, Çünküüüüü sıradan bir ölümlü olarak film yıldızlarının estetik cerrahi, tıp teknolojisi, kozmetoloji ve photoshop olgularından aldığı destekleri alma ihtimalim yok. Peki eşim “son tahlilde kimin gözlerinin rengini hatırlıyor olacak? Elbette benim:”Kahverengi”
Dönelim K dergisine…
Şehre birlikte indiğimiz günlerden birinde, ben mahşer yerini andıran dergici raflarında büyük bir iştahla deşinip hedefime ulaştığımda yüzümdeki zafer ifadesini şaşkınlığa dönüştüren bir cümle çıktı eşimin ağzından:
“Bu dergi sende var. Neden alıyorsun?”
“Nasıl yani?”
“Geçen hafta aldık ya bunu, yenisi çıkmamış işte…”
“Yok yahu, bu yenisi işte.”
“Hadi canım… O halde kapakta niye aynı adamın resmi var?”
“Yok yahu, bu aynı adam değil…”
“olur mu canım pozları bile aynı…”
Mesele anlaşıldı.
Aslında anlaşılmadı.
Küçük bir tereddüt geçiriyorum. Bu kez eşimi abuk subuk konuşturan yüz hafızası ile ilgili zoru olmayabilir. Ben hafızamı kurcalıyorum, hakkaten de geçen haftanın kapak resmi ile bu haftanın kapak resimleri, ve dahi bir çok haftanın kapak resimleri birbirine çok benziyor.
Söylemedim, söyleyeyim.
Gerçi bilenler bilir; K dergisi bir nevi edebiyat dergisi. Her hafta 5-6 yazarın (bazen şairin) hayat hikayelerini anlatıyor. Benim gibi hem biyografilerden, hem güzel anlatımdan hoşlanan hem de yazma eylemine “kısmetse” gerçek bir yazar olarak adanmayı arzulayan bir kişi için bulunmaz nimet anlayacağınız.
Öyküvari bir anlatımla gelmiş geçmiş – ünlü ünsüz (çoğunluk ünlü) bir çok yazarın hayatını size sunan dergi sizin yazarlıkla ilgili ipuçları toplamanıza ve bundan sonra alacağınız kitabın ne olacağını seçmenize bir hayli yardımcı oluyor.
Fakat yazar olmaya çalışan kişilere veya tescilli bir yazar da olsa hala olması gerektiği biçim ile ilgili bilgi toplamakta olan şahıslara bilmeden de sunduğu mesajlar var.
Bu mesajlardan en dikkat çekicisi bana göre şu :
Yazarsan fotoğraf çektirirken vucudunun ve başının alması gereken belli şekiller var (kardeşiiim).
Bu poz genelde doğal ve umursamaz bir postür almanı gerektirse de aslında genelde son derece anti doğal ve çok da umursar (bir tavır sergiliyor)
Bu durumda gözetlenen ve gözetleyen dualitesi gerçekleşiyor. Nasıl mı? Öncelikle dmagoji sevmeyenlere küçük bir uyarıyı borç bilirim: demagoji sevmeyen parantez içini okumasın --- (öyle ya , fotoğraf bir penceredir ve o pencereden bakan gözetleyendir- her ne kadar gözetleme eylemi gözetleme nesnesinin durumdan haberdar olmamasını gerektirse de yazar fotolarında bir istisna var. Çünkü onlar aslında fotoğraflarının çekildiğini bilmiyormuş gibi bir tavır sergiliyorlar. Eh bu durumda fotoğrafa bakan kişi de gözetleyen konumuna düşüyor. )
Parantezi okudunuz ya da okumadınız, özetle sonuç şu: yazar fotoları ben de genellikle gözetleyen suçluluğu yaratır.
Aksi takdirde bir adam fotoğrafının çekildiğini bile bile nasıl olur da elindeki sigarayı bir kenara koymaz (kardeşim)? Hani kendine bir çeki düzen vermez ya da. Ne o öyle saç baş dağınık, genelde objektif harici her yere bakma durumları ve elde mutlaka bir sigara. Es kaza objektife bakılmışsa da ellerden biri mutlaka şakakta ve gözlerde inanılmaz derin bir mana….
En büyük ideallerimden biri olan gerçek bir yazar olmak ( o nasıl bir şey henüz bilmiyorum ya) ile ilgili düşüncelerimi tekrar gözden geçirmem gerektiğine kanaat getirdim ben.
Genel geçer kurallarla yazar olarak anılmam için sanırım sigaraya tekrar başlamam, biri eline fotoğraf makinesi geçirir geçirmez derhal sigara paketime uzanmam. Saçlarımı her daim dağınık bırakmam, hedef harici heryere bakar gibi yapıyor olmam ve o esnada 82. kitabımın konusu ne olsun acaba diye düşünür ifadesi takınmam gerekiyor gibi…
Ancak bu durum bende ideallerim ve aşkım arasında kalmışlık hissi yaratıyor.
Bir şey değil, tabir ve tarif edildiği gibi yazar olmak, eşimin beni diğerlerinden ayırt edemiyor olması anlamına gelecek ki ben buna yokum…
2 comments:
K Dergisini ben de merak ettim şimdi.
Derginin içeriği hoşuma gitti.
sevgiler...
Bence esiniz bu durumda zoru basarmis. Cunku ben yazarlarin foto raconunu bilmem ama raconu farletmis esiniz, benzerligi farletmis yani. :)
Post a Comment