“Yeryüzünün cazibesi,” diye mırıldandı, kim kapılmadı ki, sen kapılmayasın !”
İçerdeki sıcağın dışarıdaki soğuğa direndiği noktada
camda,
buğu vardı.
Az önce (belli ki) ince uçlu parmaklarla buğu gölü aralanmıştı. Bir çift kahverengi göz bahçeye bakmaktaydı…
“Yakından bakmalısın,” demişti anneanne ona. “Kar tanelerinin birbirinden ne kadar da farklı olduğunu görmek istersen biraz daha yaklaşmalısın,
hatta çokça yaklaşmalısın.
Çokça!”
“Kalabalık” bir Salı günü, kafeteryanın sigara kokan, ter kokan, parfüm kokan ve kahve kokan bedenler silsilesi arasında çokça yaklaştı o da ona….
Kafeteryanın banko arkasında deliler gibi koşuşturan, üç kuruşa talim üç beş adamına doğru uzanmış onlarca el var…Şıkırdayan veya hışırdayan paralar taşıyan eller bunlar. Kahve almaya çalışıyorlar, ya da bir başka dolaylı uyaran ya da uyuşturan. Üst üste biniyorlar nerdeyse, korkunç gözüküyorlar...
Fakat onlardan bir tanesi,
sarı saçları omzuna dökülmüş bir oğlan,
biraz ayrık duruyor…
Ne istediğini biliyor, diğerleri gibi bir bardak sıcak kahverengi suyun içinde bir miktar kafein…
Fakat belli ki istekdaşları ile daha başka hiçbir konuda ortak bir noktaya sahip olmak istemiyor. Derin ela gözlerinde herkesin ayırt edemeyeceği bir tonda tiksinti, bedenini biraz, ama ruhunu çokça gerilere çekmiş, güruhtan uzak duruyor.
Kız düşünüyor : “Fırtınanın her nasılsa diğerlerinden ayrı bir noktaya savurduğu bir kar tanesi….”
Sonra bir itişme.
Güruh dalgalanıyor. Ela gözlerde yansıyan ayrık otlarında görüyor kız, o artık dayanamayacak, renkler renklere karışıyor. Yeşilin ela denilen tonuna, sarı karışıyor.
Oğlan sarı saçlarını savurdu ve gitti.
Kız koskoca dünyada tekrar yapayalnız.
Bu A Ş K.
--
“Bahar ona yardım etti,” diyor arkadaşı.
Ağzında kuru bir dal, sırtını sarı çiçekli bir ağaca vermiş.
“Dağ taş bayır gibi, kalbin de yeşermeye hazırdı işte raslaştığınızda. Buna bahar çarpması derler… Ne bir eksik, ne bir fazla.”
“Her şey formüle edilemez oysa,” düşünüyor ama söylemiyor kız bunu arkadaşına. Ne Mart’ın 11’i, ne Ocak’ın 28’i ne de bir sevgiliyi düşünmek için yılın en uygun ve uzun gecesi Haziran’ın 21’i fark etmez… 365 günün her biri ama her biri o renk deryasında, döndükçe beyazlayan ve göz alan renk tayfında kendini kaybetmek için en güzel gün.
Kız düşünüyor :
Bu A Ş K…
--
Yakından
Daha yakından
Tenlerin ömür çemberlerindeki teğet anlarından birinden
Koynundan bakıyor kız ona..
Isınmış ve soğumuşlar. Hareketlenmiş ve durulmuşlar. Nefessiz kalmış ve nefeslenmişler…
Sarı saçlar elmacık kemiklerine, bir çift narin deri ela gözlere örtü olmuş.
Kız düşünüyor
Bu A Ş K…
--
“Göz kapakları ruhu örter mi?” diye düşünüyor oğlan.
Bu kadar yakın ve bu kadar iç içe olmak ona göre değil… Rüzgarın her nasılsa farklı bir yere savurduğu bir kar tanesi gibi hissediyor kendini…
Zamanı geliyor, yakında eriyecek.
Hep yanlış yerde, hep yanlış zamanda…
Oğlan düşünüyor :
Bu Ş E H V E T …
--
Yerçekimine kim karşı gelebildi ki sen gelesin..
Kanatlarını koparan kendinsin…
Bilinen yollarla uçmak haram sana..
O halde başka türlüsünü denemelisin.
--
Zemheri fırtınasına 5 gün kala yılın ilk karı yere düştü.
“Yakından bakmalısın,” denmişti ona, yakından baktı..
Kar tanelerinin hepsi birbirinden farklıydı…
Ancak hepsinin ortak bir yönü vardı.
Zamanları dardı…
Fakat rüzgarın her nasılsa başka bir yere savurduğu kar tanesi hepsinden aceleci davrandı.
Herkesten önce toprağa karıştı…
Not: (Bir kaç parçası hariç) Nirvana'nın tutkulu bir hayranı değilim.
Ancak Cobain'in dünyayı terkediş tarzı herkes gibi benim için de şok ediciydi.
Bir kaç hafta evel ilk paragraflarını bana zorla yazdıran "Zemheri" ise en azından başlangıçta Cobain'le zerre kadar bağı olmayan, kendince özgür bir hikayeydi;Ama yarım bir hikaye.
İki gün evel Youtube'da "Something in the Way'i dinlerken, ya da seyrederken mi demeli, bir adamın boşa giden hayatının derinlerine daldım. Ya da daldığımı sandım.
Sonra,
akşam olmadan hikaye bitti.
Kendiliğinden...
No comments:
Post a Comment