19.4.08

(yaşam) KOççççum benim !

Eleştirel bakış, insanı insan yapan bir şeydir.
Öyle ya hayvanlar aleminde hiçbir hayvan yoktur ki bir diğer türdeşini eleştirsin.; Ot öyle yenmez böyle yenir desin, sabahtan akşama yatıyorsun miskin miskin, üstelik de kendini alemlerin kralı sanıyorsun diye efelensin.
Belki de bu yüzden hayvanlar hayvan kalmaktadır ve ne bir arpa boyu yol almaktadır ne de bir baltaya sap olmaktadır…

İşte bu yüzden eleştirel bakış ilerlemenin en önemli itici güçlerinden olmalıdır. Ancak dozu kaçarsa sahibini “itici” yapmaktadır.

Dozu iyi ayarlanmış bir eleştirel bakış keyfe kederdir. Çünkü olsa da olur olmasa da. Oldu mu ne ala, en azından feyz alanlar olabilir, ve almayanlar da mutlaka.

İnanmazsınız ama tüm bu düşünce yumağının başlangıcı Kristof Kolomb.
Karayip adalarındaki yerliler açısından, tüylü şapkası ve kırmızı peleriniyle Kolomb gördükleri en iri papağandı diyor bir düşünür*...
(ve) Bu bir eleştirel bakış!
Ancak hem masumun hem de “sofistike” olanın gözünden iki ayrı ucu olan bir bakış bu. Yerlilerin çocuksu bakışına göre âdemoğlunun böylesi bir abartıya ihtiyacı yok.

Düşünürün bilgecebakış açısına göre de aynı şey söz konusu. BU durumda iki uç nokta aynı dilden konuşuyor. Geriye ortadaki uzun ve bitimsiz çizgi kalıyor. İşin kötüsü bu uzun ve bitimsiz çizgi cehaletin başlangıç noktası saydığımız yerden de beter. O çizgi ki önemli bir şahsiyet olmak adına kendisini bir papağana benzetecek, üstüne üstlük sıkıp terletecek tüyler, fırfırlar, danteller ve ağır kadifeler altına girmenin matah bir şey olduğunu sanıyor. Ve tüm bu zahmetler ve masraflar silsilesine bir çırpıda söylenebilen çok kısa bir isim veriyor : MODA.

Sonra moda öyle bir sekiz kollu örümcek ki, kıyafetle de bitmiyor. Trendler var dünyayısaran, pilates gibi, yoga gibi, salsa rumba dersleri gibi, yaşam koçluğu gibi….

Yaşam koçluğu mu dedim?

Duralım…

Belki haksızlık ediyorum, bilmiyorum. Ama bu yeni türeyen “meslek sektörü” bana biraz tuhaf geliyor.

Bunda orada burada yaşam koçuyum diye boy gösteren insanların genç simalarının da payı yok değil.
Seneler evel, kenarı sıcak ve ağır tencereleri pamuk şeker tutar gibi zorlanmadan kaldıran anneme bu işin sırrını sorduğum günler geliyor aklıma. Derdi ki “annelerin eli yanmaz, ama sen tutma sakın…”

Ateş ile haşır neşir ola ola, tütsülenmiş minik el tüyleri ve belli belirsiz kavrulmuş parmak uç hücreleri ile anneler gerçek bir yaşam fatihidir. Ancak hayat matematik denen soyut bilimin en çok “ters orantı” kuralını sever. BU kural annelerin yıl be yıl ocak önünde sertleştirdikleri parmak uçlarına nispet yaparcasına kalplerini yufkalaştırdıkça yufkalaştırır. Artık tüm çocuklar merhamet nesnesidir anneler için, empati ise had safhada…

Üç beş özdeyişleri vardır onların, siz çocukken çocukluk okyanusunuzun dibine çöken, siz büyüdükçe hafifleyip yetişkinliğin geniş ufkunda plop plop diye su yüzüne çıkan, ancak o zaman anlaşılır olan.

İnsan ilişkilerinin piri olmuş kadınlardır onlar, bu içgüdüleşmiş niteliklerini çok seneler insanlar arasına tampon olmakla kazanırlar. İdare sanatını bilirler, evi de sorumlu oldukları insanları da çekip çevirirler. Bir eş, bir gelin olmanın gerekleri ile ilmek ilmek, an be an örülmüş kendi yaşamlarının, çocuk kakasına bulaşmış tırnaklarla tutunulmuş hayatların feyziyle belki kendilerinin değil ama başkalarının koçlarıdır onlar… Koçlarını yitirmiş koçlar…

VE elbette eleştirel bakışın diğerlerine karşı “en azından bugün” bir –sıfır galip kıldığı insanlar… Ne demiştik, “eleştirel bakış insanı insan yapar”…



*eduardo galeano

3 comments:

Gizem said...

Acun'un Digi'ye dedigi gibi Oscar insanin icinde olur.

Bir baska deyisle yasam kocu kesinlikle insanin icinde olur!

asliberry said...

mimlendin canım.

Unknown said...

Sevgili Binnur, sanırım sevgili Aslı daha önce davranmış. Ben de mimledim seni.
konu okumak, kitaplar...
bloğuma bir uğrarsan konuyu daha net anlayabilirsin...
senin kaleminden dökülecek satırları şimdiden merak etmeye başladım.
sevgilerimle...