Şurada bir çıkıntı var orayı ısırın, kıpırdamadan durun. Makine çevrenizde bir tur atacak korkmayın….
(Peki o halde sen neden kapıyı kapatıp kaçıyorsun)
Vızzzz-cızzzz- uuuuuuuuuuuu- cızzzzzzz. Bızzzt.
Kapı açılıyor tekrar, henüz zaman kavramı üzerine kafa yorması abesle iştigal olacak yaştaki teknisyen odaya geri geliyor. Küpesi eksik diye düşünüyorum. Olsaydı yakışırdı. Gence ne yakışmaz.
Peki korktum mu? Korktum elbette. Ama o andan değil, gelecekten korktum, olasılıklardan mesela… Daha da ilerleyen zamanlarda bundan daha da büyük, girenin mezarı andırıyor dediği aletlere girebilme olasılığından korktum. Öyle ya çoğunluğu yumuşak dokulardan oluşan varlıklarız ve o yumuşak dokulardan biri şu veya bu şekilde bir gün çürümeye karar verirse sepette bir çürük elma = tüm sepet çürük’e dönüşebilir kısa zamanda. Tanrı korusun tabi. Neyse ne.
Şimdiki zamanın göreceli emin bir anında ise tıp teknologlarının yemeyip içmeyip ürettiği bir aletin tam merkezinde duruyorum. Muhtemelen bir ameliyat eldiveninin bir parmağı “ampute” edilmiş ve bir çıkıntıya takılmış. “Burayı ısıracaksınız,” diyor çocuk. Moral bozucu bir enstantane. Kendimi bir alete entegre etmek, geçici süreliğine de olsa onunla bir bütün oluşturmak fikri hoşuma gitmiyor. Üstelik durumda bir biçimsizlik var. Ayaklarım şu küpesiz oğlanın nazikçe ittiği noktada, popom ise işte bu yuzden biraz ortada kalmış, yere bakıyor. Oğlan düğmeye basıyor- “kıpırdamayın,” diyip kaçıyor. Sonrası malum.
Vızzzz-cızzzz- uuuuuuuuuuuu- cızzzzzzz. Bızzzt.
Kurbanın çevresinde tur atan bir köpek balığı gibi çevremde turluyor alet. Dişinin kovuğuna gitmeyeceğimi anlamış olmalı ki ataktan vazgeçip duruyor.
Kapı açılıyor. Küpesiz oğlan beliriyor yine. Ben aynı absürd pozisyonda tabi.
5 dakka içinde filminiz çıkmış olur diyor, dişlerimi gevşetip aletle girdiğim kısa ama gerilimli ilişkiye son veriyorum.
Bu bir panoromik çene röntgeni.
Fakat beş dakika sonra benim öldükten sonra üç aşağı beş yukarı neye benzeyeceğimi gösterecek bana. Gerçekçi ama moral bozucu ve Hamlet’in kulakları çınlasın son derece de tanıdık bir resimle çıka geliyor oğlan. Kendimi kuru kafa halinde görmenin pek de eğlenceli bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Sonra doktor eline alıyor “rötuşsuz vesikalığımı”. Orası burası şurası bir şeyler anlatıyor. Tüm kelimeler bittiğinde aklımda sadece 1750 YTL’lik fatura ve bir de 7 diş lafı kalıyor.
Bundan tam 39 ay önce bir sabah bir doktor eline neşteri alıyor ve karnımı 7 kat kesiyor. İçerden bir çocuk çıkarıp öptürüyorlar bana. Bir buçuk gün sonra hastaneyi terk ederken biz, cebimizden eksilen para da ne ilginçtir tamı tamına 1750 ytl.
7 diş ve 7 kat diyorum… Ne ilginç bir tesadüf!
İşte dünyaya gelmek için önünde 7 kapı açtıran 39 aylık evladın geçen gün kırdığı fotoğraf makinesinin hayal ve arzu edilen selefine bir süreliğine daha elveda diyorum böylece. Kitap çalışmalarım mı? Boşversene, nasıl olsa ben secret yasalarının kalbini kıran bir yazarım. Emanet makine alır nasıl olsa ikinci kitabı da yazarım.
Elimdeki son (kendi) kitabımı da birilerine verdikten sonra bir aydır konuya komşuya “bakııııın bu kitabı ben yazdım, “ diyebileceğim bir kitap kalmadığı için evde, bir dostun dediği gibi zaten “evrene yanlış yaptım”. Hak ettim yani… Evren ne yapsın!
Son günlerde kimilerinin elimin kiri olarak tanımladığı şu meşhur değişim aracına kafayı takmış durumdayım… Zaman ayağımın altında erozyona uğramakta olan bir toprak yığını
gibi akıp gitmekte. İçimden bir ses “acele et,” diyor, yaşlanıyorsun, pencere önünde dikilmiş bir adam Hamlet vari bir tarzda kuru kafa röntgenine bakıyor.
Ve iç sesim konuşuyor:
“Yaşın kaç olursa olsun hayat binbir olasılık kapısına açılan bir antredir. Ve bu kapıların tümünü olmasa da bir çoğunu açan altın anahtar (çok) paradır.
Zengin OLMAK ya da zengin OLMAMAK. Bütün mesele bu….”
foto alıntı: http://silvertone.princeton.edu/~carson/Hamlet.jpg
(Peki o halde sen neden kapıyı kapatıp kaçıyorsun)
Vızzzz-cızzzz- uuuuuuuuuuuu- cızzzzzzz. Bızzzt.
Kapı açılıyor tekrar, henüz zaman kavramı üzerine kafa yorması abesle iştigal olacak yaştaki teknisyen odaya geri geliyor. Küpesi eksik diye düşünüyorum. Olsaydı yakışırdı. Gence ne yakışmaz.
Peki korktum mu? Korktum elbette. Ama o andan değil, gelecekten korktum, olasılıklardan mesela… Daha da ilerleyen zamanlarda bundan daha da büyük, girenin mezarı andırıyor dediği aletlere girebilme olasılığından korktum. Öyle ya çoğunluğu yumuşak dokulardan oluşan varlıklarız ve o yumuşak dokulardan biri şu veya bu şekilde bir gün çürümeye karar verirse sepette bir çürük elma = tüm sepet çürük’e dönüşebilir kısa zamanda. Tanrı korusun tabi. Neyse ne.
Şimdiki zamanın göreceli emin bir anında ise tıp teknologlarının yemeyip içmeyip ürettiği bir aletin tam merkezinde duruyorum. Muhtemelen bir ameliyat eldiveninin bir parmağı “ampute” edilmiş ve bir çıkıntıya takılmış. “Burayı ısıracaksınız,” diyor çocuk. Moral bozucu bir enstantane. Kendimi bir alete entegre etmek, geçici süreliğine de olsa onunla bir bütün oluşturmak fikri hoşuma gitmiyor. Üstelik durumda bir biçimsizlik var. Ayaklarım şu küpesiz oğlanın nazikçe ittiği noktada, popom ise işte bu yuzden biraz ortada kalmış, yere bakıyor. Oğlan düğmeye basıyor- “kıpırdamayın,” diyip kaçıyor. Sonrası malum.
Vızzzz-cızzzz- uuuuuuuuuuuu- cızzzzzzz. Bızzzt.
Kurbanın çevresinde tur atan bir köpek balığı gibi çevremde turluyor alet. Dişinin kovuğuna gitmeyeceğimi anlamış olmalı ki ataktan vazgeçip duruyor.
Kapı açılıyor. Küpesiz oğlan beliriyor yine. Ben aynı absürd pozisyonda tabi.
5 dakka içinde filminiz çıkmış olur diyor, dişlerimi gevşetip aletle girdiğim kısa ama gerilimli ilişkiye son veriyorum.
Bu bir panoromik çene röntgeni.
Fakat beş dakika sonra benim öldükten sonra üç aşağı beş yukarı neye benzeyeceğimi gösterecek bana. Gerçekçi ama moral bozucu ve Hamlet’in kulakları çınlasın son derece de tanıdık bir resimle çıka geliyor oğlan. Kendimi kuru kafa halinde görmenin pek de eğlenceli bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Sonra doktor eline alıyor “rötuşsuz vesikalığımı”. Orası burası şurası bir şeyler anlatıyor. Tüm kelimeler bittiğinde aklımda sadece 1750 YTL’lik fatura ve bir de 7 diş lafı kalıyor.
Bundan tam 39 ay önce bir sabah bir doktor eline neşteri alıyor ve karnımı 7 kat kesiyor. İçerden bir çocuk çıkarıp öptürüyorlar bana. Bir buçuk gün sonra hastaneyi terk ederken biz, cebimizden eksilen para da ne ilginçtir tamı tamına 1750 ytl.
7 diş ve 7 kat diyorum… Ne ilginç bir tesadüf!
İşte dünyaya gelmek için önünde 7 kapı açtıran 39 aylık evladın geçen gün kırdığı fotoğraf makinesinin hayal ve arzu edilen selefine bir süreliğine daha elveda diyorum böylece. Kitap çalışmalarım mı? Boşversene, nasıl olsa ben secret yasalarının kalbini kıran bir yazarım. Emanet makine alır nasıl olsa ikinci kitabı da yazarım.
Elimdeki son (kendi) kitabımı da birilerine verdikten sonra bir aydır konuya komşuya “bakııııın bu kitabı ben yazdım, “ diyebileceğim bir kitap kalmadığı için evde, bir dostun dediği gibi zaten “evrene yanlış yaptım”. Hak ettim yani… Evren ne yapsın!
Son günlerde kimilerinin elimin kiri olarak tanımladığı şu meşhur değişim aracına kafayı takmış durumdayım… Zaman ayağımın altında erozyona uğramakta olan bir toprak yığını
gibi akıp gitmekte. İçimden bir ses “acele et,” diyor, yaşlanıyorsun, pencere önünde dikilmiş bir adam Hamlet vari bir tarzda kuru kafa röntgenine bakıyor.
Ve iç sesim konuşuyor:
“Yaşın kaç olursa olsun hayat binbir olasılık kapısına açılan bir antredir. Ve bu kapıların tümünü olmasa da bir çoğunu açan altın anahtar (çok) paradır.
Zengin OLMAK ya da zengin OLMAMAK. Bütün mesele bu….”
foto alıntı: http://silvertone.princeton.edu/~carson/Hamlet.jpg
4 comments:
son zamanlarda çook büyük bir unutkanlık içindeyim. herhalde o yüzden 'elimin kiri' dediğin şey nedir diye epey bir düşündüm, jeton zor düştü. ve fakat geçen kasım'daki panoramik röntgen-dört diş-bilmem kaç ytl anılarım capcanlı duruyor (gömük 20lik'ten kaçtım bu arada).
'ayağımın altında erozyona uğramakta olan toprak yığını', benim için zaman değil de para. hayatta sahip olup olacağım bütün paranın dibi şimdiden göründü! bedava olasılıklar neler acaba.
Elimin kiri para be Isılcım. :)
valla para mevzu benim de canımı cok sıkıyor. yani boyle günü kurtarmak fikrinden sıkıldım. Estra lüksler istiyorum ben. NE bileyim hayat bir kere riste, ustelik benim lux dedigim sey kimileri icin lux bile degildir. o fena :)
Canımız sagolsun ne yapalım ...
çok güldüm okurken !
ne paraymış bu be yaa ! Gözü çıksın paranın derim ben kimi zaman. Özellikle isteyip de yapamadıklarım için...
Ama allah beterinden saklasın deyip sağlığımıza duacı olmalı di mi ?
biliyorum yoğunluk var ama ne zaman yeni yazı ???
Post a Comment