Siyahtan renkliye geçiş döneminde bir yerlerde, henüz 10lu yaşlarımın başlarındayım. Tv’de bir film, filmde de 3 yetişkin kardeş var. Her nasıl oluyorsa bu üçüne hayatla ilgili üç dileklerinin bir şekilde olma şansı veriliyor. Kardeşlerden ikisi sıradan isteklerde bulunuyor; tahmini zor değil, zenginlik ve aşk… Üçüncüsü öyle bir dilekte bulunuyor ki, zaman zaman bugün bile kulaklarımda çınlıyor: Bilgelik.
Hissediyorum, bu laf çok anlam dolu. Ancak o kadar anlam dolu ki, o yaşıma fazla geliyor ve beyin bardağımın kenarlarından taşıyor- yerlere dökülüyor. Böylesi daha iyi; boş bir beyinle ekrana baka kalıyorum. Para ve aşkı, bir diğer deyişle maddi veya manevi mülkiyetleri edinmelerinden ziyade ilk iki kardeşin, ben sonuncunun sonunu merak ediyorum. Ne elde edecek neticede acaba, bekliyorum.
Film sona ererken gördüklerime dair hafıza kayıtlarım karışmış. Fakat bir motosiklet kazası ve uçan bir genç hatırlıyorum. Ancak bu uçuş darbeden kaynaklanmıyor, bilgeliği arzu eden oğlan işte öyle kendiliğinden uçup paçayı/kendini onlarca kırık kemik röntgeninin sahibi olmaktan kurtarıyor.
"Bu muymuş?" diyorum bilgelik...
Uçabilmek miymiş?
Sonra dünya yüzlerce kere güneş etrafında dönüyor.
Hayat yolu üzerinde yürürken artık elini tuttuğum insanlar değişmiş. Annem ve babam geride biryerlerde, bir başka şehirde kalmış.
Avucumda minicik bir el.
Gökyüzünde öbek öbek kuş.
Hayatının üçüncü yılındaki minik el konuşuyor:
“Ben kuşları çok seviyorum…”
Büyümüş el soruyor:
“Neden?”
Minik el cevaplıyor:
“Çünkü onlar uçabiliyor…Ben de uçmak istiyorum”
Büyümüş el hayal kırıyor:
“Biz insanlar uçamayız. Kuşlar uçabilir, çünkü onlar çok küçükler,”
Minik el itiraz ediyor:
“Ben de uçabilirim, ben de küçüğüm!”
Büyümüş el kendini çok ama çok büyümüş hissediyor. Biraz canı sıkılıyor.
Gözünün önüne gömleğini pelerin gibi tek düğme ile boynundan bağlamış ve çatıda uçmaya hazırlanan bir çocuk geliyor. Bu
minik elin
babasının çocukluğu.
Büyümüş el iç çekiyor. Tüm ihtimalleri yok etmeli. Bunun için biraz bilgi yeter, başlıyor konuşmaya:
"Kuşların kemiklerinin içi boştur. İşte bu yüzden hafiftirler onlar. Biz onlar kadar küçük olsak da uçamayız, bizim kemiklerimiz ağır…"
Ciddi bir ifade ile dinliyor minik el.
Ve uçmaya dair son umudunu da yitiriyor.
Bilgi gelince bilgelik gidiyor galiba diye düşünüyor elinde minik bir el sokakta yürüyen bir anne.
Ve merak ediyor hangisi?
Kemikler mi
yoksa ezberletilmişi ezberleten anneler mi
insanı bir çivi gibi yere mıhlıyor?
11 comments:
Hayalgücüne açık kapı bırakmalısın diye düşündüm ben...
ben de uçamayız dedim. sadece uçakla uçabiliriz dedim. paraşüt ve balon gerçeğini de gizledim.
ben son günlerde anne olduğum için sürekli pişmanlık duyuyorum. yanlış anlama yamanı çok seviyorum, iyi ki doğurmuşum falan filan ama ben anneliğe uygun değilmişim bunu anladım. bu tecrübe bana çok ağır geldi. beceriksizin biriyim ben.
O yaşlarda hepsi uçmak istiyor nedense, hatta bunu takıntı haline getiriyorlar, bizim apartmanın 6. katında oturan ve 4-5 yaşlarında bir oğlu olan çift alelacele pencerelere demir parmaklık taktırdılar korkudan.
Binnur aklıma neleri getirdin:
-Kızım ikibuçuk yaşındayken bir gün babasının kucağında pencereden sokağı izliyor. Aşağıda mahalleden 15-16 yaşlarında iki kız var, bizimki onlara el sallıyor filan. Kızlar bağırıyorlar: "Atla atla, biz seni tutarız!" (dördüncü katta oturuyoruz)...
-Sonra geçenlerde içindeki insanların hepsinin uçtuğu bir çocuk kitabını sevdim, tereddüt ettim ama aldım. "Hayal kurarsa topluma mal eder" gibi abuk bir mantıkla.
-Birdy
Velhasılı kelam, yerde uçma pratikleri yapmak lazım. Şöyle düşüncelere kapılıyorum: Esas şartlanma, uçmak için yüksekten atlamak gerektiğini düşünmek. Yukardan aşağı inmekte ne var, tersini yapsın da görelim. (koptum ben, kusura bakma, ama beni mahallenin kızları kopardı)
Ben de küçükken hep uçmayı hayal ederdim. Demek bu bana has bir düşünce değilmiş. hatat rüyalarımda uçtıuğumu görürdüm. yatağımdan çıkar, pencereyi açar, gökyüzünde süzüldüğümü ve müthiş bir haz duyduğumu ve sonrasında tekrar usulca yatağımın içine girdiğimi görürdüm rüyamda. uçmak çok etkilerdi beni, küçük kalbimle. şimdi büyüdüm, galiba hala uçmayı çok seviyorum, ama bu sefer başka. şimdi dışımda değil, kendi içimde uçmak ve alemimi tanımak..
sevgiler
merhaba, bloğunuz çok hoş. kaleminiz kuvvetli, yazılarınızı sevdim. özellikle "Platon'un Mağarası" yazınızı.
bilgeliğe gelince, elde etmesi çok çetin. uçmaya gelince, aslında uçabiliriz, ama beynimizin çok azını kullanabildiğimiz için mümkün olmuyor bu, diyebiliriz tabi çocuklar anlar mı bilmem :-)
takipteyim, sevgiler...
sabah rüzgar diyor ki: "baba beni çok seviyo di mi? bööle yapıyo geldiği zaman (yukarı kaldırıyor kollarını), uçmayı öğretmeye çalışıyo, di mi anne?"
Demek ucmak onlar icin cok onemli seylerin gostergesi. Demek sana uçmamayı degil ucmayı ogretecem desek daha cok mutlu olacaklar.
hayat bizlerin kanatlarını kırparken biz onlara nasıl ucmayı ogretelim ki...
Ben de uçmayı hayal ederdim minik bir elken. Ve uçamazsın dedi büyük büyük eller. Şimdi o minik ele "uçabilirsin elbette" demek isterdi eminim onu sıkı sıkı tutup koruduğunu düşünen anne, lakin sırf da bu yüzden diyeme(z)di...
binnur hanım merhaba,
öğretilerle uçabilen insanlarda var:)mış:)
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/8361907.asp?gid=229&sz=49498
bu açık kapıyı da bırakın bir ara:)
sevgiler
kulpsuz
Sevgili Evelzamanicinde ile kulpsuz arkadaslarım::)
Aslında insanoglunun tam bir transla ucabildigini biliyorum.
Doğan Canku örnegin yerden yukselme diye tabir etmesi daha dogru olan levitasyon denen işi gerceklestirebilen bir kisidir
Metafizik deyince akan sular durur. bilirim ve inanırım.
ama evlada yürümeyi ogretmeden kosmaktan bahsetmek yanlıs olabilir.
:)
öneriler icin tesekkurler.
sevgiler
Post a Comment