20.2.10

Böyle olur züğürtlerin tesellisi...

Ünlülerin evlerinin resimlerine bakmadan duramıyorum.
Farkettim ki o evlerde özendigim sey evlerin ne zenginlikten patlamışlığın sembolü olan ferahlığı- aydınlığı ne de yaldızlara bulanmış eşyaları...

Ben o evlerin tertipine, düzenine ve temizligine hastayım; Ortalıkta yerlerde her an ayağınıza takılıp da küfretmenize neden olacak luzumsuz ıvır zıvırlarının olmaması, herşeyin deyim yerindeyse buzzzzzzz gibi düzenli olması.

İyi ama biliyor musun ki Binnur, bu özendiğin şeyi o gıpta ettiğin zenginler kendileri gerçekleştirmiyorlar.
Bunu onların adına yapan kişiler var. Ancak onlar Bekir Coşkun'un göz yaşartan şu yazısından kendilerine çok fazla pay çıkartamayacaklar.


NOt: Son cümle, ev işini sevmeyen ama tüm evin işinin altında ezilmiş bir çalışan kadının kendi kendine yaptığı tesellinin resmidir (züğürtçesine!)

Sıradaki?


Birileri, ölmeden önce okumamız gerektiğini düşündükleri 1001 kitabın listesini yapmış. Eğer böyle düşünüyorlarsa vardır bir bildikleri.

Bu listenin içinden kendime göre bir mini liste de ben çıkardım. Listeyi oluştururken kriterlerim şunlardı:
-Yazarın daha evel başkaca kitaplarını okuyup sevmiş olmak.
-Yazarın herhangi bir eserini okumamış da olsa efsaneleşmiş sanından etkilenmiş olmak.
-Merak

Listemi üşenmeyip yazarlarının fotolarıyla beraber picasa'da mozaik yaptım. Yakından bakmak için resme tıklayın.


Not: 1001 kitap listesine giden kapı
Posted by Picasa

19.2.10

Ben büyüdükçe dünya küçülüyor.


Ben büyüdükçe dünya küçülüyor.
Ancak görünen o ki kendisi zaten büyük olanlar için dünya hala büyük.
--
Japonların büyük bir kısmının olduğu gibi fanatiği olmadığım, ama bir kitapta sevdiğim bir yazar var “hayatımda” artık. Adı Haruki Murakami.
Kendisiyle geçen yaz tanıştık.
700 küsür sayfalık kitaplara bile 25 lira gibi bir parayı sayarken eli titreyen biz orta direk okurları, hem paradan hem zamandan tasarruf etmek için kitap değiş tokuşu yaparız sıklıkla.
Az çok hayat görüşüne, ve zevkine inandığınız (bir diğer deyişle hayata üç aşağı beş yukarı aynı gözlüklerle baktığınızı bildiğiniz) arkadaşlarınız size bir kitap önerir, ya da daha da iyisi o kitabı ödünç verirse hem zamandan hem de paradan yana (hem de arkadaştan tabi) şansınız yaver gidiyor demektir ki bu bir taşla 3 kuş vurmaya bedel bir şeydir.
Aslında söz konusu taşın vuracağı başka bir kuş daha vardır ki o da elinize tutuşturulan kitabın yazarıdır
Arkadaşınızla paylaştığınız ister sanal ister “real” hayatınıza, bir üçüncü kişi daha dahil olmuştur artık. Bundan böyle konuşmalarınızın arasına arada sırada da olsa bildik- sevdik- onayladık” aşamalarından geçmiş bir üçüncü kişinin gireceği kesindir.
Murakami bana Aslı’nın hediyesidir (Aslı da hayatın bana).
Zemberek Kuşunun Güncesi ise Murakami’nin dünyaya hediyesidir.
--
İnsanoğlu her yere girebilir, her şeye hakim olabilir ama (en azından şimdilik) bir beyine asla.
Beyin denen o muamma, zihnimde yeralan çağrışımlar odasında bir sürü kavramı harekete geçirir. Ne zaman beyin hakkında düşünsem çağrışımlar odamda kaleydeskoplar, içinde binbir aynanın ve kristalin renk yansıması ile şenlenmiş karanlık odalar, yankılarla dolu mağaralar gibi kavramlar sıraya girer.
Anlamlandırmaya çalıştığım şey temelde 1,5 kilo bile etmeyen gri ve yumuşak bir yığın; bir et parçasıdır aslında. Ve aslında hiç de öyle değildir beyin. Bazen gerçekler, çağrışımlar kadar “gerçek” veya çağrışımlar kadar “layıkıyla” olmayabilir.
Siyah kadife ile kaplı kaidesinin üzerinde dingin ve mağrur bir şekilde kurulmuş bekleyen bir devasa elmas düşünün; işte o sizin beyninizdir.
Elmasın bulunduğu odanın camlarından binbir görüntü, binbir ışık geçer; işte o hayattır.
Hayatın ışıkları elmasın üzerine düşer; işte o etkilenmektir.
Ve elmas rengârenk ışıklar, yansımalar saçar duvarlara, işte o ürün vermektir, yazmaktır, çizmektir, algıladığını kendi süzgecinden geçirip içine kendi renklerini de katmak ve onu dışa vurmaktır.
--
Kimilerinin elması sadece ışıkları soğurur ama dışa pek bir şey yansıtmaz, kimilerinin elması renk tayfında belirli bir aralığı yansıtır ancak. Kimilerinin elması ise yerin üstünde- güneşin altında kaç çeşit renk varsa hepsini yansıtır, kendi yorumunu da katarak, her seferinde binbir muhteşem ve farklı sonuç çıkararak…
Murakami’nin elması bu sonunculardan mıdır? Tartışılır… Ancak yine de onun beyin duvarlarına yansıyan ve onun da dış dünyanın haberdar olmasına izin verdiği renk kombinasyonları şüphesiz ki bakmaya – görmeye- almaya- zaman ayırmaya değer olanlardandır.
--
Sonra bir gün dünya küçülmeye başlar; İnternet diye bir şey sayesinde..
Murakami karşınıza çıkar bir sosyal paylaşım sitesinde. Sanki arkadaşınızmış gibi listenize eklemeye hakkınız olan, ya da takip etmeye- herneyse, bir sıradan adamdır işte…
Bakarsınız sizin de dahil olduğunuz takipçiler listesinde binlerce isim var.
Ancak ” yazan “ adamın takip ettikleri listesi oldukça zayıftır. Zayıf da ne kelime; yalnızca bir kişi: o da meşhur bir adam.
İşte o zaman kafatasınızın ortasında yeralan elmasınız duvarlara ışıklar yansıtmaya başlar: O ışıklar birleşince şu yazılar çıkar:
“Ben büyüdükçe dünya küçülüyor.
Ancak görünen o ki kendisi zaten büyük olanlar için dünya hala büyük.”